Quantcast
Channel: café chanterelle
Viewing all 48 articles
Browse latest View live

Şile Yolları Taştan, Mantarları Çıkardı Beni Baştan

$
0
0

Mantarlara olan merakımı bilen bilir, bilmeyen de öğrensin artık. Blogumuzun adını boşuna Café Chanterelle koymadık. Ormanda dolaşıp bulduğum envai çeşit mantarın fotoğraflarını çekmek benim için dünyanın en büyük keyiflerinden. Her yeni keşfimde hazine bulmuşcasına sevindirik olur, büyülenir, kendimden geçerim... Mantarlar aleminin her bireyi kendi ortamında inanılmaz derecede fotojeniktir. Makro-fotoğrafçılığın vazgeçilmez fotomodellerindendir kendileri.

Mantar fotoğrafçılığı ve gözlemciliği dışında fırsat bulduğum birkaç orman yürüyüşünde iyi bildiğim bazı yabani tür mantarlardan kendim toplayıp yemişliğim yedirmişliğim de vardır.

Ayrıca Türkiye’nin ilk ve tek mantar uzmanı olan Sayın Jilber Barutçiyan’ın kurmuş olduğu mantardostu mail grubunun (mantardostu@googlegroups.com) da bir üyesiyim. Jilber Hoca sağ olsun, sonunda Türkiye’nin ilk mantar kitabını da yayınladı: Türkiye’nin Mantarları-1, Oğlak Yayınları, 2012.

Ankara’da ikamet ederken daha çok Kızılcahamam ormanlarında gezinirdim. Şile ormanlarının mantar ile ilgili namını duyunca 15-16 Kasım tarihlerinde yollara düştüm. İlk gün önce ormanda bir keşif yolculuğuna çıkıp bol bol fotoğraf çektim. Sonra da Şile’ye uğrayıp şehir turu attım. İkinci gün bir arkadaşımla birlikte yine ormanda dolaştık, öğleden sonra ise Şile pazarını ziyaret ettik. Bu gezilerde çektiğim mantar fotoğraflarını bir başka yazıda paylaşmayı planlıyorum.

Yer tezgahında bal kabağının yanında Boletus Edulis ve Agaricus Compestris satan bir teyze

İlk gün Şile meydanında dolanırken yol kenarında kendi topladıkları mantarları satan teyzelere rastladım. Mantarlar üzerine biraz söyleştikten sonra üç tür mantar satın aldım: Cantharellus Cibarius (Tavuk Mantarı), Agaricus Compestris (İçi kızıl) ve bir Lactarius türü (Fındık Tirmiti). (Fındık tirmiti konusunda kendisine danıştığım Jilber Bey bu mantarın Lactarius Badiosanguineus olduğunu tahmin ediyor.) Dönüş yolunda yol kenarında bulunan bir dinlenme mekanındaki satıcılardan ise bol miktarda Boletus Edulis (Kıkırdak Mantarı) aldım. Parantez içindeki isimler mantarların Şilece isimleridir.

Blog mankenimiz kayısı kokulu Matmazel Cantharellus Cibarius (Balkadın, Tavuk mantarı, Kaz Ayağı)

Kültür mantarının yabanisi ve daha lezizi Agaricus Campestris (Çayır Mantarı, İçi Kızıl)

Acımtırak Lactarius sp. (Badiosanguineus???) (Fındık Tirmiti)

Heybetli Boletus Edulis (Porçini, Ayı Mantarı, Taş Mantarı, Çörek mantarı, Kıkırdak Mantarı)

Akşam yemeğinde misafirimiz vardı. Öncesinde tüm mantarları bir güzel temizledim. Normalde yabani mantarları yıkamadan temizlemek gerek. Yoksa sünger gibi su çekerler ve aromalarını da suya bırakırlar. Bu nedenle mantarları ormanda toplarken tozunu toprağını bir fırça yardımıyla temizlemek en iyisi. Fakat benim artık böyle bir şansım olmadığı için iyice kuruyup katılaşmış olan çamurları çıkarmak için bazı mantarları kısa süreliğine de olsa suya tutmak zorunda kaldım.

Yerken yabani mantarların o kendine has naif lezzetlerini alabilmek için en iyi pişirme yöntemi sade olarak az yağda diri kalacak şekilde kısa süreliğine sotelemektir.

Balkadınları önce yağsız olarak harlı ateşte tavaya aldım. Suyunu bırakıp çekince tereyağ ve tuz ekleyip üç dört dakika çevirdikten sonra tadını belirginleştirmek için çok az miktarda krema ekleyip gazı kestim. Hafif baharatımsı lezzet tartışmasız ON NUMARA! Eşsiz bir damak deneyimi!



İçi kızılları da aynı şekilde pişirdim; sarımsaklı süzme yoğurt ile servis ettim. Bu mantarlar bol miktarda siyah renkli sıvı bıraktı tavaya. Lezzetinde yoğun bir kültür mantarı aroması hakim.



Fındık tirmitlerini bir saat kadar tuzda beklettikten sonra sudan geçirdim. Daha sonra tencereye aldım ve tüm suyu buharlaşana kadar kendi suyunda haşladım. İki adet soğanı ince doğrayıp zeytinyağında yumuşayana kadar çevirip mantarları ilave ettim. Üç dakika kadar karıştırarak pişirmeye devam ettim, tuz ekleyip pişirme işlemini tamamladım. Tirmitleri bu şekilde pişirmeyi satıcı teyzeden öğrendim; iyi ki de öyle yapmışım çünkü acı olan bu mantarların acısını almanın tek yolu bu. Soğan da mantarın tatlanmasına ayrıca yardımcı oldu.



Porçinileri iseiri parçalar halinde doğradıktan sonra zeytinyağı ve tereyağı karışımında üç-dört dakika kadar harlı ateşte çevirerek pişirdim. Rende parmesanla tatlandırdım. Porçiniler pişerken keskin bariz bir fındık kokusu yayıldı mutfağa. Findukimsu, hafif tatlımsı, kırmızı eti andıran bir lezzeti var bu mantarların.


Mantarların yanına garnitür olarak ızgara tavada bonfile hazırladım. Konuklarımız hayatlarında bırakın tatmayı adını duymadıkları mantarların benzersiz lezzetlerine varınca kendilerinden geçtiler diyebilirim.


Ne mutlu bana ki konuk dostlarıma böylesine bulunmaz bir yabani mantar şöleni sunma şansına sahip olmuştum böylece...


Lezzet şampiyonu Chanterelle oldu!

Gümüş madalyanın sahibi Boletus Edulis.

Bronz madalya içi kızılların...


Tanrının en muhteşem lütuflarından olsa gerek yenebilen yabani mantarlar. Her güzelliğin olduğu gibi onların da var elbet bir kusuru: Zehirli hatta öldürücü derecede zehirli benzerleri!!! Yenebilirliğinden %100 emin olmadığınız mantarları kesinlikle toplamayın, tüketmeyin!

Unutmayınız ki tüm mantarlar yenebilir ama bazıları son yemeğiniz olabilir!

Tüm mantar dostlarına selam olsun.

Saygılarımla,

Esen K.

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.

Kaynak: Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 201

Norveçli Somonla Akdenizli Karidesin Kâse Kardeşliği

$
0
0

Önceleri -tipik bir Orta Anadolulu tavrıyla- balığın da çorbası mı olurmuş diyerek bu tarz çorbalara burun kıvıran bendeniz şimdilerde her türlü deniz ürününden farklı çorbalar hazırlamaya bayılıyorum. Epeydir aklımda olup da bir türlü uygulamaya geçemediğim bir tarifi dün gerçekleştirdim: Bol sebzeli somonlu karides çorbası.

Somon fileto her zaman olduğu gibi Metro Gross Market’ten, karidesler ise Kumkapı Balık Pazarı’ndan. Malumunuz üzere İstanbul’a yeni taşındım ve henüz acemisiyim. Bu yüzden ahkam kesmiş gibi olmak istemem fakat sanırım bu renkli koca Pazar deniz ürünleri çeşitliliği açısından İstanbul’un en zengini.

Tabiyatiyle prensip olarak taze deniz ürünlerinin günlük olarak tüketilmesi taraftarıyım. Lakin çiğ olarak tadına baktığım balıkçının ikramı karidesin cazibesine dayanamayıp bir miktar satın almıştım bu Pazar’ı ilk ziyaretimde. Burnumda keskin bir deniz kokusu ve damağımda deniz tuzu hissettiğimi hatırlıyorum. Belli ki o günün sabahında can vermişti bu mahlukat-ı anten... Böcekleri aynı günün akşamında ayıklayıp temizledikten sonra dondurucuya atmıştım.







Bir adet kereviz sapını, orta boy bir kuru soğanı ve havucu minik minik doğrayıp üç çorba kaşığı zeytinyağı ile birlikte tencereye aldım. Bir tutam tuz ekleyip arada bir karıştırarak orta ateşte pişmeye bıraktım. Sebzeler biraz yumuşayınca kabaca doğradığım üç diş sarımsağı ilave edip bir iki dakika çevirdim.

Mirepoix (kereviz sapı, havuç ve soğan üçlemesi)



İkinci aşamada bir litre kaynar suyu tencereye boşalttım, karışımı iki dakika kaynattım. Küp küp doğradığım bir adet patatesi ekleyip kaynatmaya devam ettim. Patatesler pişmeye yakın kılçıkları ayıklanmış ve yarım santimlik küpler halinde doğranmış 150 gr somonu ve 200 gr karidesi bütün olarak çorbaya ilave ettim. Üç dakika kadar orta ateşte kaynatmaya devam ettim. 

Son aşamada taze çekilmiş karabiberi, bir adet limonun suyunda çırpılmış yumurta sarısını, bir çorba kaşığı dolusu tereyağını ve bir tutam ince doğranmış dereotunu ekleyip şöyle bir karıştırdıktan sonra ocağın altını ve tencerenin kapağını kapatıp çorbayı dinlenmesi için rahat bıraktım. 
  
İşte sonuç: Bol taneli, vitaminli, proteinli, Omega-3’lü harika bir sonbahar çorbası... Tereyağında pul biber ve sarımsakla sotelenmiş karidese bayılan İlknur Hanım cimcimelerin sebzeli suda yüzen bu halini görünce önce yadırgamış olsa da kâsenin dibini benden önce gördü...



Öğünü çeri domatesli radika salatası ve tekir tava ile tamamladık.



Tarifteki alt ve üst yapı her türlü balık çorbasına uygulanabilir. Ana malzeme olarak somon ve karides yerine sıkı etli herhangi bir ya da birkaç çeşit balık tercih edilebilir. Daha yoğun ve kompleks bir lezzet için su yerine balık kafasından ve kemiklerinden elde edilen sebze ve baharat çeşnili balık suyu kullanabilirsiniz.

Afiyet olsun!

Esen K.
























Balkadının yumurtayla dansı: Mükemmel omlet nasıl kotarılır?

$
0
0


Mantar avcılığı tarih öncesi çağlardan kalma bir ata sporudur. Bedeni Avusturya-İtalya sınırında bir buzulda donmuş olarak bulunan 5,000 yaşındaki ihtiyar “buz adam” Ötzi’nin torbasından iki adet yabani mantar çıkmış. Bunlardan ilki genellikle huş ağaçlarında yaygın olarak bulunan Piptoporus betulinus idi; buz adam bu mantarı bağırsak parazitlerine karşı ya da kanamaları durdurmak için kullanıyor olmalıydı. İkincisi ise yine huş ağaçlarında sıkça rastlanılan ve ateş yakmakta kav olarak kullanılan Fomes fomentarius (Kav mantarı) isimli mantardı.

Yabani mantarların kullanımı Çin’de 12,000 yıl öncesine dayanmaktadır ancak bu konuya ilişkin en eski yazılı kaynak 2,000 yıllıktır. Yabani mantarları zevkle tüketen Romalılar bu mantarları ziyafetlerinde nasıl değerlendirdiklerini kayıt altına almışlar. Ancak bazı imparatorların mantar zehirlenmesinden mefta olduğu da bir gerçektir: 

Roma Kralı Claudius, 5. Karısı Aggripin tarafından zehirlettiriliyor; menüde Amanita Phalloides(Evcikkıran, Köy Göçüren, Ölüm Meleği) var. Yeryüzündeki ölümlü zehirlenmelerin %90’nından sorumlu olan Ölüm Meleği Romalılardan beri severek yenilen Amanita Caesarea (Sezar Mantarı, İmparator Mantarı, Gelin Mantarı, Yumurta Mantarı) ile karışık ikram ediliyor İmparatora. Sonuçta, Neron Roma Kralı oluyor.(Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012)    


Aynı familyadan biri kötü kalpli diğeri iyi huylu iki kardeş yan yana: ölümcül Amanita Phalloides solda ve masum Amanita Caesarea sağda 





Günümüzde, Moskova, Paris ve Prag gibi birçok Avrupa kentinde yaban mantarı mevsimi boyunca insanlar hafta sonlarını doğada yaban mantarı peşinde geçirmektedir. 


Bazı Moskovalılar belledikleri bir madene Cumartesi gün ağarmadan herkesten önce ulaşabilmek için kentlerini Cuma gecesi terk edip arabalarında sabahlar... 


Paris yakınlarında ikamet eden kimi arazi sahibinin ormanlık alana park etmiş Paris plakalı araçların lastiklerini indirdikleri biliniyor: Ormandaki tüm mantarların sahibi onlar olmalı... 


Turistler tarafından merakla izlenen bir kültürel aktivite gibi görünse de mantar avcılığı Çek Cumhuriyeti vatandaşları için milli spordur: İnsanlar yazın ve sonbahar aylarında sepetlerini yabani mantarlarla doldurmak için ormanlara akın ederler. 


Kısa süren yaz mevsiminde mantar toplamak için Finlandiya vatandaşlarının %40’ının yollara düştüğü tahmin edilmekteymiş.


90lı yılların sonlarına doğru Kızılcaham ormanlarında, Macrolepiota Procera biraderler (Şemsiye mantarları) ve Bendeniz



Ben de İstanbul’u temsilen atamız ulu bilge Ötzi’nin ayak izlerini civardaki arazilerde takip etmeye çalışanlardanım. Dün avcı-toplayıcı ruhum kabardı yine; vurdum kendimi yollara mantar peşine. Şile’ye bağlı Ulupelit ormanlarını taradım gün boyu.


Saniyesi saniyesine işte “O” an: Hele dur bakiiim... Ahhha O da ne? Onun yıllardır peşinde olan benim için inanması güç ama evvvvvet Chanterelle'nin ta kendisi idi işte yerde altın gibi parlayan: Latince namıyla Cantharellus Cibarius! Heyecanımı mazur görün olur mu; ne de olsa doğada ilk kez rastlamıştım O’na... Yabani mantar tanrısına şükürler olsun...



Doğada rastladığım ilk Balkadın




 ~~~~~~~~~  o  ~~~~~~~~~ 
                                                                   
Cantharellus Cibarius (Chanterelle, Balkadın, Tavuk Mantarı, Kaz Ayağı): Şapka 5-15 cm çapına varabilir, gelişmiş örneklerde dalgalı kenarlı, hafif içbükey şekillerdedir; lamellere benzer deküran konumlu kıvrımları vardır. Mantar canlı sarı, soluk sarı, turuncuya çalan renklerde olabilir. Baygın, hoş bir kokusu vardır; bu koku kimi kaynaklarda kayısı, sarı erik kokusu olarak verilir. Yaz başlangıcından itibaren her türlü ormanda yetişebilir. Ülkemizde onlarca yerel adı bulunan bu mantar, Avrupa mutfağının da en sevilen türlerinden biridir. Dilimlenerek kurutulan ve turşusu yapılan bir tür olsa da taze yendiğinde hafif baharatlı tadı doruktadır.(Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012)

İsimlendirme:

Fr. Chanterelle, Eng. Chanterelle, Lat. Cantharus, Yun. Kántharos: Kelimenin kökeni Yunanca kántharos’tur ve içki kupası anlamına gelir. Cibarius ise yenebilen demektir, yani Cantharellus Cibarius, “Yenebilen İçki Kupası” anlamını taşır.

Alm. Pfifferling: Pfeffer (biber) kelimesinden türetilmiştir. Baharatlı lezzetinden dolayı bu isim verilmiştir.

Tür. Balkadın, Sarı kız, Tavuk mantarı, Kaz Ayağı, Horoz mantarı, Horoz İbiği: Şekli şimali andırdığı içintavuk mantarını, kaz ayağını, horoz mantarını, horoz ibiğini anladık diyelim, hadi sarı kız da amenna da balkadın nedir yaaa? Kim demiş, niye demiş, bir araştırmak lazım...

                                                                                       ~~~~~~~~~  o  ~~~~~~~~~ 


İki avuç dolusu kadar ancak bulabilmiştim o civarda ama olsundu, ilk sefer için yeter de artardı bile bu kadarı...



Chantarelleli Omlet Tarifi



Şimdi ne yaparlar, nasıl yaparlar bilmem ama eskiden Fransız Şefler iş bulmak için kendilerine başvuran usta aşçıları omlet testinden geçirirlermiş önce; Maradona’ya top sektirtmek gibi bir şey yani... Altı üstü omlet deyip geçmeyelim; iyi bir omlet kotarmak ciddi bir iştir ve bence bunun tek bir yolu vardır... Anlatmaya çalışayım:

Balkadınları zeytinyağında birkaç dakika çevirip tuzunu ekledikten sonra bir kenara ayırdım. Yapışmaz tavada bir kaşık tereyağını erittim. Bir kasede iyice çırpıp tuzladığım iki adet yumurtayı tavaya boşalttım. En kısık ateşte bir-iki dakika kadar pişmeye bıraktıktan sonra spatulayla kenarlarından içe doğru hafifçe sıyırdım. Tavayı sapından tutup sağa sola eğerek üstte kalan çiğ kısmın kenarlara akmasını sağladım. Yumurta pişmeye yakınken tavayı ateşten aldım. Balkadınları üzerine yaydıktan sonra biraz parmesan rendeledim. Tavayı tekrar ocağa aldım ve omleti tahta spatula yardımıyla çabucak rulo şeklinde sardım ve gazı kestim. Hemen servis tabağına alıp üzerine biraz daha parmesan rendeleyip taze çekilmiş karabiber ile lezzetlendirdim.





Balkadınların yumurta ile dansı midemde bir şölen havası estirdi... Yumurta balkadınların lezzetini uçurdu!


Çatal-bıçak ters olmuş, idare ediverin gaaari

Umarım fotoğraflar yeterince yardımcı olur...


Kesildiği zaman böyle görünmeli omletin içi: Yeterince sulu ve iştah açıcı değil mi sizce de???





Dip NOT: Chanterelle mantarı yerine büyük marketlerde 200 veya 400 gramlık paketler halinde satılan Shiitake (Lentinula edodes), İstiridye (Pleurotus Ostreatus) ya da Kestane (Agaricus bisporus)mantarı kullanabilirsiniz.


Afiyet olsun.



Esen K.



ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.



Kaynaklar:the complete Mushroom Hunter, Gary Lincoff, Quarry Books, 2010
                      Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012

Yeme-içme dünyasının çılgın feylozofu: Anthony Bourdain

$
0
0

Mesleğe Princetown’da bir lokantada bulaşık yıkayarak başladı. Önceleri yamaklık, kızartmacılık, ızgaracılık, sosçuluk, aşçılık yaptıktan sonra şef oldu. Bir süre Rockefeller Center’in tepesindeki Rainbow Room’un mutfağında dahi çalıştı. New York, Tokyo, Paris derken tekrar New York’a döndü. O, uzmanlık alanı Fransız mutfağı olan ünlü bir mutfak şefi idi artık. 25 senesi mutfak köşelerinde geçti. Sonunda bıçağını ve kepçesini rafa kaldırdı. Mutfakta yaşadığı herşeyi anlatmaya karar verdi. Mutfak Sırları” adında bir kitap kaleme aldı. Kitap, garip, tutkulu, komik, şaşırtıcı ve son derece çekiciydi. Sonra TV’ye geçti. Önce 2001-2002 sezonunda Food Network kanalında yayınlanan “A Cook’s Tour” adlı TV programında boy gösterdi. 2005 yılından itibaren Travel Channel kanalında 9 sezon yayında kalan ve son bölümü 3 Eylül 2012 tarihinde yayınlanan “Anthony Bourdain: No Reservations” adlı kült TV dizisiyle tüm dünyayı feth etti. O bir fenomen: Amerikalı emektar şef Anthony Bourdain.

Tony söz konusu dizide Paris’ten Semerkant’a, Sri Lanka’dan İzlanda’ya dünya çapında birçok ülkeyi ve şehri ziyaret etti; yerel kültürleri ve mutfakları tanıtmaya adadı kendini. Sloganı ise şöyle idi:



Tony, genelde yerli bir mihmandar eşliğinde turladı mekanları. Siyah Beluga havyarından sıçan yahnisine, pizzadan lahmacuna midesine indirmediği  halt kalmadı. Genelde doğaçlama takılan çılgın Tony son derece zeki, sevimli ve karizmatik bir şahsiyet. Program da o derece eğlenceli ve bilgilendirici. Eski bölümler halen home TV kanalında her öğlen saat 12:00’de ve gece 23:00’te yayında. Meraklısına şiddetle tavsiye ederim!

Anthony Bourdain (1956, NYC doğumlu); O eski halinden eser yok şimdi...


Fellini tarzında siyah-beyaz olarak kameraya alınan Roma bölümü bana İstanbul programını hatırlattı, düşüncelere gark etti. İtalyanlara imrenmeden yapamadım...

İtalyanların üç temel yemek felsefesi varmış: Malzeme, malzeme ve malzeme! Tüm marifet taze malzemede. O gün taze, mevsimlik ne varsa onu pişiriyorlar. Geleneksel tavırları, tarzları bu... Bugün olan yarın bulunmayabiliyor... Olsun, hiç önemli değil, yarın taze ne bulurlarsa onu yerler. Bunun üzerine fazla konuşmaz, düşünmez, önemsemezler bu durumu... Böyle gelmiş, böyle gidiyor. Her şey son derece basit, sade ama taze! Fransızların köylü mutfağı diyerek aşağıladığı İtalyan mutfağının dünyanın hatırı sayılırlarından biri olmasının sırrı pek  bayağı: Taze Malzeme!

Dönelim buralara, İstanbul’lara... Dün baldız Kadıköy’de günlük ev mantısı yapan bir yer olduğundan bahsetti: Meşhurmuş buranın mantıları... Neymiş, hamuru elde açılıyormuş, içinde %100 dana eti varmış da, falan da filan da... Yahu olması gereken de bu değil midir zaten. Ama bizim baldız ne yazık ki haklı, ara ki bulasın böylesini... Fiyatı da cabası yalnız!

Peki neden bir şeyin iyisini bulmak için en pahalısını aramak durumundayız kuzum??? Çünkü günümüz Türk Mutfağının da vazgeçilmez üç temel felsefesi var: Sahtekarlık, Gözboyamacılık ve Kazıkçılık!

Çiğdem Baldız
Her mantıcı hamurunu iyi undan elde açsa, iç malzemede %100 dana eti kullansa; biz de herhangi bir mantıcıdan gözümüz kapalı alışveriş yapsak ne olur? Olması beklenen olur: Kalite standartlaşır, fiyatlar makul bir seviyede sabitlenir; kötü mantıcılar ya işlerini daha düzgün yapmaya başlarlar ya da elenirler, dükkanı kapatırlar... Bizim baldız da mantı yiyeceğim diye kazık yemekten kurtulur böylece...

Kim bana gönül rahatlığıyla oturup da gözü kapalı sipariş verip kazık yemeden iyi yemek yiyebileceği on tane yer sayabilir???

Peki, bizlerin hiç mi suçu yok??? Olmaz mı, esas suçlu bizleriz, müstahak bize tüm o berbat yemekler, olmadı kazıklar... Yeterince bilinçli, seçici değiliz bir kere; kötü yemekle ya da kazık fiyatlarla karşılaştığımız zaman itiraz etmesini bilmeyiz, kuzu kuzu razı oluruz önümüze konan rezil tabaklara ya da şişkin faturalara...

Bu konuda söylenecek daha çok şey var ama şimdilik fazla uzatmayayım: Üç temel felsefemiz değişmediği sürece Türk mutfağının aşama kaydetmesi ve hatırı sayılır olanlarla birlikte anılması hayalden öteye gidemez. Neymiş efendim: Dünyada üç mutfak varmış, biri Fransız, ikincisi Çin üçüncüsü de Türk mutfağıymış... Mış, mış, mış, biz göremedik, o eskidenmiş... Vazgeçelim artık kendimizi kandırmaktan. Kellemizi öne eğip düşünme, aklımızı başımıza toplama vakti çoktan geldi de geçti bile; daha da gecikmeden bırakalım eski tarifleri rafineleştirmeyi, modernleştirmeyi, füzyona müzyona kurban etmeyi de annemizin, anneannemizin, babaannemizin mutfağına geri dönelim önce hep birlikte: Dürüst olalım, Sadeleşelim ve Kazık atmayalım, kazık yemeyelim!

Konu biraz dağıldı, kusura bakmayın, hızımı alamadım a dostlar... İyisi mi sizleri Tony’nin “Mutfak Sırları”ndan bir bölümle başbaşa bırakayım:

“Kızarmış sarmısak. Sarmısak ilahidir. Doğru yöntemler kullanıldığında sarmısak kadar farklı tatlar verebilen besin çok azdır. Sarmısağı yanlış kullanmak suçtur. Bayat sarmısak, yanmış sarmısak, ezilmiş sarmısak, sarmısak presi... Bütün bunlar iğrençtir. Lütfen sarmısağınıza saygı gösterin. "Sıkı Dostlar" filminde gördüğünüz gibi dilimleyip makarnaya katın ama kavurmayın. Bıçağınızın kenarıyla ezin ama prese sokmayın. O aletlerin diğer ucundan çıkan şey nedir bilmiyorum ama sarmısak olmadığı kesin. Bütün halde kızartırsanız yumuşar ve tatlılaşır. Böylece kahverengiye çaldığında suyunu da sıkabilirsiniz. Örneğin bir Caesar salatası sosuna taze ve çiğ, bir diğerineyse kızarmış sarmısak katın. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. Yemeğinizin tadını hiçbir şey kavrulmuş ya da ekşimiş sarmısak kadar bozamaz. Kavanozların içinde çürümeye terk edilmiş sarmısaklardan kesinlikle uzak durun. Tazesini soyamayacak kadar tembel misiniz? Öyleyse sarmısak yemeyi hak etmiyorsunuz demektir.” (Mutfak Sırları – Kitchen Confidential: Aşçılık Dünyasından Mahrem Maceralar, Anthony Bourdain, 2000, İngilizce aslından çeviren: Dost Körpe, Oğlak Yayınları, 2002)

Bilinçlenelim, bilinçlendirelim!

Çöp ya da kazık yemek istemiyorsak paşa paşa evimizde takılalım!

Sağlıcakla ve Afiyetle Kalalım.

Esen K.

Esen K.: Bir Ankara Gastro-Seyahatnamesi

$
0
0

Esen K.: Bir Ankara Gastro-Seyahatnamesi

Rumeli İşkembecisi’nin bol beyinli bol kepçe kelle paçası;
Az mı ayılttın akşamdan kalma beni bazı bazı...

Süha’nın Yeri’nde kızarmış çeyrek ekmek üzeri enfes Ankara döneri, yanında yarım porsiyon ev köftesi;
Kralı gelse değiştiremez fikrimi, Anadolu çapında yok böyle lezzetlisi...

Çankaya Lokantası’nın günlük etli/sebzeli ev yemekleri, ılıh ılıh arnavut ciğeri;
Az mı doyurdun ustacım aç karnımı öğlen aralarında hafta içleri...

Turan Güneş Bulvarı’nın kıdemli Karadenizli uşağu, alamet-i farikasu, Gresta’su;
Çek bir kuru fasulye, olmadı mevsimiyse hamsi tava, üstüne bir de Laz baklavasu...

Sakarya Caddesi’nin gözbebeği Net Piknik’i anmadan olur mu;
Varsa yayın tava, yanına da soğuk bira; yahu böyle beyefendi garsonlar başka yerde bulunur mu...

Canın kuzu eti mi çekti? Etlik Garajı’nda Bolu Et Lokantası’na uğrayıver gari;
Eh, hazır gitmişken bol sulu, kızartma patatesli kuzu incik haşlama ısmarlayasın bari...

ODTÜ Kampüsün soğanlı bol limon soslu balık ekmeği pek bi güzelmiş;
İstanbul’lular kızmasın; Karaköy’ün Eminönü’nün kayıkçı balıkçıları halt etmiş...

Değirmen’in oltu kebabı pek bi meşhurmuş;
Muhteşem zengin Pazar kahvaltısı elalemin diline pelesenk olmuş...

Akşam vakti mi geldi çattı a dostlar, bir soluk alıverin Kıtır’da;
Söyleyin buz gibi bir bira, muhabbetin-kokorecin kralı burada...  

Canın rakı-balık mı çekti? Seni anca Oran Çarşı’daki Kalbur paklar be kanki;
Pazartesileri dükkan kapalı, diğer günler rezervasyonsuz sakın gitmeyesin, demedi demeyesin.
Mevsiminde fener şiş, her daim ahtapot ızgara, üstüne de Mehmet Amca’nın fırçasını yemeden sakın ha eve dönmeyesin...










Köfte dendi mi Yenimahalle beşinci duraktaki Meşhur İnegöl Köftecisi akla gelmeli;
Önden bir işkembe, köfteyi de bir buçuk söylemeli...

Kokorecin âlâsı Anıttepe Gençlik Caddesi’nde Pikolet Piknik’te yenir;
Burada kokoreç önce fırında pişirilir, sonra kömür ızgarada demlenir... 
Onu bunu bilmem ben aga, yiyorsan bu pohu tam yiyeceksin;
Uğramışken yarım değil bütün ekmek arası iri doğranmışından söyleyeceksin...

Trabzon’lu Ömer Usta ve dükkanı Zigana Pide Angara’nın güya yenilerinden;
Yine de kim bilir kaç kez zıkkımlandık odun ateşinde pişen bol tereyağlı pidelerinden...

Hatırla sevgilim, bir Pazar öğlen düşmüştük yollara, varmıştık Akyurt Bağları’na, Kavaklıdere Şarapları’nın Kav Club mekanına;
Nasıl dadanmıştık peynirlerine, şaraplarına, tadı damağımızda kalan nefis pizzalarına...

“Gerçek aşk asla erimez” dediler, dondurmayı Vardar’da damardan verdiler;
Cevizlisi, fıstıklısı yaktı bağrımı, oldum ben de bu dükkanın bağımlısı, VardaRoma Yenimahalle’nin medarı iftiharı...

Ey sisli puslu sabahların, ılık sonbahar akşamlarının, serin yaz gecesi düşlerimin, gençlik günlerimin sidikli kontesi Ankara!
Sanma ki bu ayrılık sonsuza uzanacak, kulun Esen K seni unutup İstanbul’lara kök salacak...

Bekle beni Angora; es geçtiğim lezzet durakların kaldıysa affola!

Başta makarnanın, dost muhabbetinin tek adresi orta dünya’dan Özgür’e olmak üzere Ankara’lı tüm dostlara selamlaaar ola...




İstanbul'un fırtınalı bir güz sabahında ANdım seni yine; silüeti KARA, puslu Ankara...





Dönerini, köftesini, pidesini, kokorecini Esen K neylesin; 
Hasret kaldı işkembesi bir kuru simidine, ey Angara duy sesin! 


Esen K.


Evde İtalyan Pidesi: Pizza Italiano a casa

$
0
0

10larca varyasyonuyla Anadolu ve özellikle Karadeniz yemek kültürünün önemli bir simgesi olan pidemizi Turkish Pizza olarak adlandırarak aşağılamamız eminim Anadolu’nun gastro-tanrıçaları/tanrıları tarafından asla affedilmeyecek...

Menüsünde Turkish Pizza ibaresini gördüğüm mekanlardan itina ile uzak durmaya çalışırım oldum olası... Yahu pidenin pizza ile ne alakası var??? Hamuru farklı, malzemesi değişik, şekli bir başka... Madem öyle; erişteye Turkish Pasta, mantıya Turkish ravioli, dönere de Turkish gyros diyelim, dükkanı kapatalım aga...

Her neyse, dellendim birden yine... Bu günlüğün konusu Pizza Italiano. Pizza, kelime anlamıyla turta (İng. Pie) demek. 18nci yy sonlarında Napoli civarında yaşayan fakir halk karınlarını doyurmak için mayalı ekmeğin üzerine domates ilave ederdi: Böylece pizza icat olundu. Pizza kısa sürede popülerlik kazandı; kentin varoşlarında yerel yiyecek peşinde dolanan turistlerin bir atraksiyonu haline geldi pizza atıştırmak.

İlk başlarda çeşni olarak zeytinyağı, ançuez ve koyun sütünden yapılan “mozzarella” kullanılırken Napolililer bu tarife domates, siyah zeytin ve mercanköşkü ekleyerek Pizza Napolitana’larına son şeklini verdi.

Bu temel tarife dayanan varyantlar arasında tarihsel önemi olan ve unutulmaması gereken iki tarif vardır:

Bunlardan ilki “pizza margherita”dır. 1885 yılında Napoli’yi ziyaret eden Marguerite de Savoie’nin bu pizzayı (mercanköşk, ançuez ve zeytin çıkarılır, yerine bol miktarda fesleğen, domates, mozzarella konur) tercih etmesiyle onun adıyla anılmaya başlanmıştır. Kraliçe, İtalya bayrağını temsil eden üç renkteki garnitürü nedeniyle pizzada “yurtseverlik” bulmuştur. İşe bak! Elalemin bayrağı fesleğen domates, mozzarellaya işaret ediyor... Nerde kaldı vatan millet sakarya...

İkinci otantik varyant da domates, sarmısak, mercanköşk ve sızma zeytinyağı ile hazırlanan “pizza marinara”dır. Bu pizzanın adı, denizcilerin atıştırmalık yiyeceği olmasından gelmektedir. Günümüzde anlam kayması olmuş, genellikle deniz tarağı ve midye eklenerek hazırlanmaya başlanmıştır.

İtalyanlar göç ettikçe dünyayı dolaşmış, Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın bütün büyük şehirlerinde İtalyan fast-food’unun sembolü haline gelen “pizzacı”lar açılmıştır.

İyi bir pizzanın olmazsa olmazları iyi domates, mozzarella ve fesleğendir. Mozzarella, Latium ve Campania’da dişi manda sütünden, İtalya’nın kalan kısmında inek sütünden üretilen, pişmiş harcı lifli ve kabuksuz İtalyan peyniridir. Mozzarella, değişik büyüklüklerde (100gr ile bir kilo) toplar ya da somunlar halinde satılır ve tuzlu su ya da kesilmiş süt içinde saklanır. Yumuşak, hafif mayhoş bir tadı vardır ve yemek sonunda yenir. İnek sütünden üretildiğinde, genellikle mutfakta, özellikle de pizzada kullanılır.

Mozzarella kendi suyunda


Pizza Hamurunun Hazırlanışı:

25 gr yaş mayayı (ya da 15 gr kuru maya) bir su bardağı dolusu ılık su ile birlikte cam bir kaseye koyun. 1 tatlı kaşığı şeker ilave edin ve bir çatal ile karıştırın, maya köpürene kadar (5-10 dk) bekleyin.

Bir bardak unu ve bir çay kaşığı tuzu tahta bir kaşıkla sulu maya karışımına ekleyin ve karıştırın. Hamur yoğunlaşana kadar bir bardak un daha ekleyin.

Tezgaha biraz un serpin, kasedeki hamuru unun üzerine yerleştirin. Azar azar un ekleyerek yumuşak, kıvamlı bir hamur elde edene kadar yoğurup top haline getirin. Toplamda 3-3.5 (350-400 gr) su bardağı kadar ekmeklik un kullanmak gerekiyor. 
   
Bir kaseyi hafifçe unlayıp ya da yağlayıp içine hamuru koyun. Üzerine nemli bir mutfak havlusu serin ve hamur kabarıp hacmi iki katına çıkana kadar (yaklaşık 1 saat) sıcak bir yerde bekletin. Son olarak kabarmış olan hamuru elinizle hafifçe bastırarak havasını boşaltın!

Pizza Sosunun Hazırlanışı:

Yarım kg kadar iyi domatesi kabaca doğrayın. Kış aylarında çeri ya da konserve domates kullanmalı. 3-4 diş sarmısağı ince doğrayıp bir sos tenceresinde üç-dört kaşık zeytinyağında 1-2 dakika çevirin. Domatesleri ilave edin. Orta ateşte arada bir karıştırarak pişmeye bırakın. Domatesler yarı pişmiş haldeyken tencereye bir kaşık biber salçası, bir avuç dolusu taze (ya da bir tutam kuru) fesleğen, bir tatlı kaşığı toz şeker, biraz taze çekilmiş karabiber ve bir tutam tuz ilave edin. Tencerenin kapağı kapalı vaziyette, arada bir karıştırarak domatesler iyice eriyene kadar pişirmeye devam edin.

Karışımı el blendırından geçirin. İnce bir süzgeçle süzün. Sos çok kalın olduysa bir miktar su ilave edip orta ateşte inceltin. Çok sulu olduysa biraz daha kaynatarak kalınlaştırın. Sosunuz hazır!










Pizzanın Hazırlanışı ve Pişirilmesi

Pizza hamuru ince mi olmalı kalın mı? Bu tartışma da sonsuza kadar bitmez... Orijinal hamurun kalın olduğunu biliyoruz. Kimisi ince sever, kimisi kalın...

Hazırladığımız hamur üç adet ince (3-4 mm) ya da iki adet orta kalınlıkta orta boy pizza için yeterlidir. Biz genelde ince hamurdan yanayız; dolayısıyla üç tane orta boy pizza hazırladık.

Hamuru üç eşit parçaya bölün. Mutfak tezgahına un serpin ve bir parça hamuru önce top haline getirdikten sonra çok fazla bastırmadan elinizle yuvarlak şekilde -yeteneğiniz ölçüsünde- açabildiğiniz kadar açın. Merdane yardımıyla yine fazla bastırmadan açma işlemini tamamlayın.

Fırın tepsisinin üzerine yağlı kağıt yerleştirin ve önceden 300 dereceye ayarlayıp ısıttığınız fırında boş olarak ısınmaya bırakın. Fırının 300 derece sıcaklığı desteklemesi ne yazık ki çok önemli! Eğer fırınınız o derece ısınmıyorsa çok iyi sonuç alamazsınız.

Birinci aşama:Açtığınız hamuru ısınan fırın tepsisine yerleştirin, üzerine sostan gezdirin ve sosu bir kaşığın tersiyle yayın. Tepsiyi fırının en alt rafına koyun ve pizzayı 5-6 dakika pişirin. Bu arada pizzanın üst malzemelerini hazırlayın.





Birinci aşamanın sonucu



İkinci aşama: Tepsiyi fırından alın ve fazla vakit kaybetmeden pizzanın üzerine biraz daha sos gezdirin. Dilimlediğiniz mozzarella parçalarını ve diğer malzemeleri pizzanın üzerine serpiştirin ve tepsiyi bu sefer fırının en üst rafına yerleştirin. Üç-dört dakika pişirin ve tepsiyi fırından alın, pizzanızı bir kesme tahtasına koyun, dlimlere ayırıp sıcak sıcak servis edin.


Mozzarella, biber, kurutulmuş domates, zeytin ve kekiklisi... (İkinci aşamadan önceki hali)



Mozzarella, sucuk, sosis ve az biberlisi... (Pişmiş hali)


İp Uçları, Püf Noktaları:

İkinci pişirme aşamasında peynirlerin eriyip köpürmesine sakın izin vermeyin. Peynir eriyip yayılınca olmuş demektir.

Suda top mozzarella en iyi sonucu verir. Mozzarella yerine kullanabileceğiniz tek peynir çeşidi dil peyniridir. Sakın ha kaşar kullanayım demeyin! Pizzanız çok yağlı, ağır olur, yenmez...

Hazır rendelenmiş mozzarella kullanmayın.

Peyniri rendelemeyin; Ya 1-2 mm kalınlığında ince dilimler şeklinde ya da minik küp şeklinde doğrayın.

İkinci aşamada (3-4 dakikada) iyi pişeceğini düşünmediğiniz malzemeleri (biber, mantar gibi) ilk aşamada sosun üzerine yerleştirebilirsiniz.

Pastırma, prosciutto gibi kurutulmuş ya da tütsülenmiş (yani pişmiş) malzemeleri ikinci pişirme aşamasının son bir dakikasında yerleştirin pizzanızın üzerine.

Domates kullanacaksanız miktarın fazla olmamasına dikkat edin yoksa pizzanız sulanır, bu da hoş olmaz. Kurutulmuş domates kullanmak daha mantıklı; böylece farklı bir lezzet katmanı da oluşturulabilir.

Pizzanız piştikten sonra üzerini taze roka/fesleğen yaprakları, taze maydanoz/nane gibi yeşilliklerle süsleyebilirsiniz.

Çok çeşitli ve çok fazla malzeme kullanmanızı tavsiye etmem. Daha sade pizzalar yapmaya çalışın.

Kullandığınız malzemeler (sucuk, tam yağlı beyaz peynir gibi) fazla yağlı değilse pizzanızın üzerine servis etmeden önce sızma zeytinyağı gezdirebilirsiniz.

Baharat olarak isteğe göre taze çekilmiş karabiber, acı pul biber, taze ya da kuru kekik veya mercanköşkü, v.b. kullanılabilir. Üzerine parmesan ya da kars gravyeri rendelenebilir.

Her seferinde sos yapmakla uğraşmak işinize gelmiyorsa sosu bir seferde bol miktarda hazırlayıp kalanını buzdolabında saklayabilirsiniz.

Sos için domates yerine doğranmış domates konservesi kullanabilirsiniz. Unutmayın ki konserve domates için her daim domatesin iyisi kullanılır.



Mozzarella, azıcık mantar ve Prosciuttolusu taze roka yapraklarıyla süslenmiş...



Sonuç inanılmaz derecede mükemmel! Perfetto!!! İnanın bana bu tarife göre yapacağınız pizzayı yedikten sonra çok mutlu mesut olacak, zincir pizzacılarda pizza yemeyi, oralardan sipariş vermeyi keseceksiniz... Bundan adım gibi eminim dostlar!


Bakınız hamur nasıl da güzel iki katmana ayrılmış, altı kıtır üstü yumuşak... 




Bon Appetit!

Esen K.

Dip Not: Bu başarılı pişirme önerisini rahmetli Prof.Dr. Arman Kırım’ın detaylı bir pizza yazısından almıştım. Toprağın bol olsun Arman Hocam!

Kaynaklar:

Larousse Gastronomique; 2005, İstanbul, Oğlak yay.
İtalyan Mutfağı; Kate Whiteman, Angela Boggiano, Jeni Wright, Carla Capalbo, 2007, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Arman Kırım, Hürriyet Gazetesi, Evinizde mükemmel pizzalar yapabilirsiniz, 24 Ocak 2010; http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=13568948&yazarid=123



Mantarfobik olmayalım, sadece birazcık aklımızı kullanalım; inadına Civciv Ayaklı fettucine

$
0
0

Chanterelle tanrısı nihayet gördü beni a dostlar... Ormanda geçen iki günlük mesai sonunda bol miktarda Civciv Ayağı(Cantharellus Tubeaformis var. Lutescens) topladım. Bu mantar bizim blog mankeni Balkadının(Cantharellus cibarius) yakın akrabası.

Balkadınla ilgili günlük için bakınız:

http://cafechanterelle.blogspot.com/2012/11/balkadnn-yumurtayla-dans-mukemmel-omlet.html


Ormanda gelişmiş bir Cantharellus Tubeaformis örneği

Genç bir Cantharellus Tubeaformis örneği

Cantharellus Tubeaformis bireyleri grup halinde


~~~~~~~~~  o  ~~~~~~~~~ 

Cantharellus Tubeaformis (Civciv Ayağı): 5-6 cm çapında, ortası oyuk, dar bir huni biçimli, dalgalı kenarlı, mat kahverengi şapkalıdır. Çatallı ve dalgalı kıvrımları gri-kahverengi tonlardadır. 3-8 cm uzunluğa varabilen içi oyuk bacak, sarı-kahverengidir. Özellikle iğne yapraklılar altında, sonbahardan ılıman kış aylarına, geniş alanlara dağılmış kalabalık gruplar halinde rastlanabilir. Lezzetli ve aranan bir mantardır, kolayca kurutularak saklanabilir. 

Cantharellus Tubeaformis var. Lutescens: Cantharellus tubeaformis’in bir alt türüdür. Daha açık sarı renklerin hakim olduğu bu mantar, aynı dönemlerde ve ortamlarda bol miktarda bulunabilir. Lezzetlidir, kurutularak saklanabilir. (Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012)

~~~~~~~~~  o  ~~~~~~~~~ 

Sesinizi duyar gibiyim; şimdi diyeceksiniz ki, yahu daha birkaç gün evvel Tayfun Talipoğlu iki yoldaşıyla birlikte köylülerden aldığı yabani mantarlardan yiyip zehirlenmedi mi??? Sen daha akıllanmadın mı??? Basbas bağırmıyor mu tüm yazılı/görsel medya kültür mantarından başkasını yemeyin diye???

Yakın çevremdeki insanlar da keza aynı şekilde sürekli uyarılarda bulunmaya başladı; aptal mısın sen oolum, bak  Tayfun Bey de zehirlenmiş, kendi topladığın mantarları yeme sakın diye...

Yabani mantar toplayıp yemek aptallık ise akıllanmadım a dostlar... Bu da böyle biline...

Anadolu’nun birçok köşesinde insanlar (genelde köylerde yaşayanlar) bildiğimiz kadarıyla nadiren de olsakendi toplayıp yedikleri bazı yabani mantarlardan zehirleniyor; hatta bu nedenle hayatlarını kaybedenler bile var. Gariban köylü vatandaş zehirlenince haber olmuyor da aynı olay Sayın Tayfun Talipoğlu’nun başına gelince dünya alem ayaklanıyor... Milletin canı can değil patlıcan!

Olay gündeme bomba gibi oturdu. Ama ne oturtma!!!

Konuyla ilgili haberler o kadar yavan o kadar değersiz ki sormayın gitsin. Adamcağızların hangi tür yabani mantardan tükettiği bile belli değil... Yalan yanlış bilgiler havada uçuşuyor!

Fatih Belediyesi’ne bağlı zabıtalar “mantar operasyonu” başlatmış: Pazarcıları tek tek gezerek satılan mantarları kontrol eden ekipler, uygun görülmeyen ve sağlıklı olmayan mantarlara el koymuş. (Vatandaşın binbir zorlukla topladığı –fotoğraflardan anladığım kadarıyla- güzelim kanlıcalar heba oluş...)Ürünleri kontrol eden Fatih Belediyesi’nde sağlık işlerinden görevli memur Alparslan Yorulmaz, tüketicilere önemli bilgiler vermiş. Neymiş efendim:“Mantarın yenilebildiğini anlayabilmek için kök ve gövdeyi birbirinden ayırmalıymışız da eğer mantarın içi kahverengi ise yenilmeye uygunmuş". Bu kadar kolaymış yani; Sağ olsun Alpaslan Bey tüm Türkiye’yi aydınlatmış... Külliyen uydurmasyon enformasyon! Nasıl uydurmuş, nerden uydurmuş...Yok böyle bir şey... İşte budur cehaletin daniskası!

Bu konuyla ilgili sorumluluğu olan tüm zabıta arkadaşlara bir zahmet Sayın Jilber Barutçiyan’ın değerli eserini (Türkiye'nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012) alıp okumalarını tavsiye ederim. Okuyup aydınlansınlar, vatandaşa da doğru dürüst bilgi versinler lütfen. 

Haberin orijinaline aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

Böyle habercilik mi olur, olsa olsa araştırmaMAcı gazetecilik olur, değil mi a dostlar!? Bu düzeeeen böyle mi gidecek? Pireleeeer filleri yutacak... Bu ne acaip bilmece a dostlar... Tram tram tram!!!

Peki ben naaaparım:

1.       Zehirli olmadığından %100 emin olmadığım mantarı ne alır, ne toplar ne de tüketirim.
2.       Zehirli olduğundan emin olduğum ya da zehirli benzeri olan ve bu benzerinden ayırt etmesi zor olan mantara hayatta el sürmem. Fotoğraflarını çekmekle yetinirim.
3.       Çok zorda kalırsam veya söz konusu mantarın zehirli olmadığından sadece%99.99999... eminsem bu konuda şimdilik tek adres olan Jilber Hoca’ya (mantardostu:  mantardostu@googlegroups.com)danışırım.

Bu denli basit! Toplumda gereksiz yere mantarfobi geliştirmenin alemi yok... Eğer herkes bu şekilde davranırsa hiç kimse mantardan zehirlenmez ya da bu yüzden hayatını kaybetmez.

Hem böyle aptalca davranarak yabani mantarların hiçbir şeye değişilmeyecek muhteşem lezzetlerinden de mahrum kalmamış oluruz di mi ama a dostlar...

İtiraf ediyorum: Bir keresinde sevgilimi ikna edebilmek için %100 emin olduğum halde Jilber Bey’e danışmıştım. Söz konusu mantar Boletus edulis (Ayı Mantarı) idi. Buradan Jilber Hoca’nın affına sığınıyorum...

Mantarfobi (mycophobia) konusunu biraz açalım: Bir kişinin veya topluluğun mantar korkusuna mantarfobi deniyor. Batı mitolojisinde mantarlar genellikle yılan, örümcek ve cadılarla ilişkilendirilirmiş: Böylece mycophobia gelişmiş insanlarda...

Anglo-saksonlar (tarihsel olarak Britanyalılar ve kolonileri) yani anadili İngilizce olan kültürler mantarfobik olarak bilinirler. Onlar bu huylarını gittikleri/feth ettikleri yerlerin (Hindistan gibi) yerlilerine de bulaştırmışlar. Hollandalılar da Anglo-saksonlar kadar olmasa da genelde mantarfobik bir toplum. Ruslar ve Doğu Avrupalılar tam tersine mantarkolik (mycophilic) topluluklar: Slav kültüründe mantarın çok önemli bir yeri var. Afrikalılar genelde mantarkolik olarak biliniyor. İlginçtir; Kuzey Amerikalı yerliler çoğunlukla mantarfobikmiş. Güney Amerikanın genelinde mantar tercih edilen bir gıda değil: Onlar bu işin  daha çok spiritüel boyutunda geziniyorlar; ilgi alanları şaman ayinlerinin vazgeçilmezi psilosibin içerikli halüsinojik etki yaratan büyülü mantarlar(magic mushrooms)... Asya toplumları, istisnalar haricinde genel olarak mantarkolik. Özellikle Çinliler ve Japonlar mantara çok düşkünler. Anglo-saksonlar mantarfobilerini Avusturalya’ya aşılamışlar. Sadece birkaç tür mantar toplanıp tüketiliyor oralarda. İngilizler ve Hollandalılar haricindeki Avrupalılar özellikle İsviçreliler, Finlandiyalılar, İtalyanlar, Almanlar ve Katalanlar  genelde mantara düşkün.

İsviçre ile Finlandiya’ya burada ayrı bir parantez açmak gerek. İsviçreliler gayet sofistike bir mantar toplama ve pazarlama stratejisi geliştirmiş. İlkbahar ve sonbahar aylarında yerel pazarlarda yabani mantar satışı için özel bir alan tahsis ediliyor. Tezgahlarda mantar uzmanı bir devlet görevlisinin gözetim ve denetiminde satış yapılıyor. Her köyün her kasabanın mutlaka en az danışman bir mantar uzmanı var. Finlandiya’da ise İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan yokluk nedeniyle yabani mantar tüketiminde inanılmaz bir artış olmuş. Yıllar sonra devlet bu konuda bir eğitim programı hazırlamış. 1969 ile 1983 yılları arasında 1,600’den fazla danışman ve 500,000’den fazla mantar avcısı yetiştirilmiş. Her Finlandiyalı vatandaşın ormanda yabani mantar ve yemiş toplama hakkı varmış. 1979 senesinde Fin toplumunun yaklaşık %72’si yabanda mantar toplamaktaymış. Bu ülkede yabani mantar ticaretinden elde edilen gelirlere vergi uygulanmıyor.

Türkiyeliler genelde mantarfobik. Bu fobiyi aşmak için İsviçre ve Finlandiya örnek alınabilir. Zira memleket bir yabani mantar cenneti... Biz ne yapmayı tercih ediyoruz: Tabii ki tam tersini, yani zaten mantarfobisi yüksek olan vatandaşı mantardan iyicene soğutmak için elimizden geleni ardımıza bırakmıyoruz. Biz mantar dostları için hava hoş: Ormandaki tüm yabani mantarlar dostlar sofrasında kalır; napalım biz de şen olur şenlik düzenleriz...

Türkiyelilerin esas uzmanlık alanı ne yazık ki güzel ve yalnız ülkelerinin zenginliklerini değersizleştirmek ve dahi yok etmek... İçinde yaşayan canlılara, çevresinde ikamet eden insanlara hayat veren, yüzlerce/binlerce sene yaşamlarına/gelirlerine katkı sağlayabilecek ormanların ortasına belki sadece 100 yıl ömür biçilen beton gökdelen dikmek marifetten sayılır övünç kaynağı oluverdi...

Ara Not: Doğada bulunan yaklaşık 10,000 tür mantarın sadece 15 türü öldürücü, 200 çeşidi ise zehirli. 150 tür yenebilen mantar mevcut; bunlardan 30’unun ekonomik değeri yüksek.

Taze Civciv Ayakları


Konuyu toparlayalım: Nerde kalmıştık? Kendilerinin Civciv ayağı (Cantharellus Tubeaformis var. Lutescens) olduğundan %100 emin olarak toplamış olduğum mantarlara temizleme sırasında hiç su değdirmedim. Zaten çok kirli değillerdi; üzerlerinde kalan ufak tefek çerçöpü bir fırça yardımıyla uzaklaştırdım.

Yiyebildiğimiz kadarını taze olarak tükettik. (Bu arada sevgilimi mantarların zehirli olmadıklarına dair ikna etmek ne kadar zor oldu be yaaaa...) Kalan mantarların bir kısmını ipe dizip kalorifer peteğinde kurutarak, diğer bir bölümünü de sirke, tuz ve zeytinyağı ilavesiyle kendi suyunda haşlayıp konserve yaparak saklamaya aldım.

Kurutulmuş Civciv Ayakları





Taze olanların bir kısmını tavada soteledim: Orta ateşte önce sularını bırakıp çekmelerine izin verdim. Sonra tereyağ ilavesiyle üç-dört dakika daha çevirdim, tuzunu ekledim. O kadar! Nefis mantarları ekmekle götürdük...





Geri kalanını aynı yöntemle, yalnız bu sefer farklı olarak zeytinyağı-tereyağ karışımında ince kıyılmış 2-3 diş sarmısak ilavesiyle soteledim. En sonunda biraz krema ve bir tutam maydanoz ekleyip al dente (dişe gelir kıvamda) haşlanmış fettucineyle harmanladıktan sonra üzerine parmesan rendeleyerek servis ettim. Yanına da ızgara antrikot hazırladım.



Bize afiyet bal mantar olsun!

Birgün bu enfes tadı bilmeyenlere de nasip olsun...

Bu vesileyle Tayfun Talipoğlu ve yoldaşlarına acil şifalar dilerim.

Dip Not: Mycophilic kelimesi yerine Mantarkolik lafını ben uydurdum; Sinefil misali Mantarfil denebilir mesela.

Tüm mantar dostlarına selam olsun.

Eğer mantarfobik olup olmadığınızı, öyle iseniz bu fobinizin ne kadar ciddi olduğunu merak ediyorsanız alın size bir mantarfobi testi uygulaması:

http://www.changethatsrightnow.com/mycophobia/online-test/

Sevgilerimle,

Esen K.

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.

Ertesi gün menüde yine Tubeaformis vardı ama bu kez burgu makarna ile... 






Bir tavada üç mantar: Eringi, Enokitake ve Shimeji troykası

$
0
0

Fark etmişinizdir, son zamanlarda kafayı fena halde mantara bağladık, mantarladık... Bu durum bir süre daha böyle gidecek gibi... Obsesif olmak zor zanaat...

Danimarka'da çektiğim fotoğrafları karıştırırken birden Kopenhag marketlerinde her türlüsü bol miktarda bulunan yabani/kültür mantarları geliverdi aklıma. 

Bu vesileyle sizlere bu günlükte enteresan üç türden bahsetmek istiyorum: Pleurotus eryngii (Bodrum civarındaki namıyla Körek mantarı, Jap. Eringi),  Flammulina velutipes (Jap. Enokitake) ve Hypsizygus tessellatus (Jap. Shimeji). Kültür ortamında yetiştirilebilen bu üç tür mantarla ilgili internette araştırma yaparken fark ettim: Bunlar doğal ortamında başka, kültür ortamında şaşırtıcı derecede bambaşka görünümdeler.


Flammulina velutipes'in iki farklı ortamdaki halleri



Enokitake doğal ortamında al yanaklı gürbüz, tıknaz bi şeyken kültür ortamında epey boy atmış ama çaptan yemiş, beti benzi solmuş, süzülmüş; herhalde anoreksiyaya bağlamış mübarek...


Flammulina velutipes: ‘Kadife ayak’ (Velvet foot) olarak da bilinen bu ‘kış mantarı’ kar yağdığında çaresiz kalan mantar avcılarına “Ocak ayında hiç olmazsa bunla idare ederiz” dedirten cinsten. Enoki mantarı kış aylarında bulunabilen nadir türlerdendir.
Enoki mantarının anavatanı Kuzey Amerika ve Doğu Asya. İlk olarak Japonya’da kültür altına alınmış ve orada çok popüler olmuştur.
Kültür ortamında ışığa hasret bırakılan enokitakelerin rengi bembeyaz iken doğal muhitinde üreyenler koyu kahve renginde olur. CO2 (karbondioksit) bakımından zengin bir ortamda yetiştirilenler uzun ince saplı olurken yabandakilerin sapları daha kısa ve dolgundur.
Denek hayvanlar üzerinde yapılan testler bu mantar türünün içerdiği antioksidanlar sayesinde kanser terapisinde kullanılabileceğini ispatlamıştır.
Mutfakta Flammulina velutipes: Uzak Doğu (özellikle Japon, Çin ve Kore) mutfağında özel bir yeri olan gevrek etli, hafif meyvemsi aromalı bu değerli mantar öncelikle geleneksel olarak çorbalarda olmak üzere çiğ olarak salatalarda ve başka yaratıcı tariflerde kullanılır.

Köyde körek idim, indim şehre börek oldum: Pleurotus eryngii


Bildiğimiz körek desen o da yeni ‘kültürel’ ortamına uyum sağlamış; köyünde başından eksik etmediği demode takkeyi çıkarıp atmış, onun yerine şık, kibar yeni bir şapka edinmiş, kendini besiye almış,  çaplanmış, boy uzatmış, resmen cillop gibi metroseksüel görünüme bürünmüş kerata... Görsen tanımaz, bu bizim köyün köreği demezsin hemşerim...


Pleurotus Eryngii: Anavatanı Avrupa’nın Akdeniz kıyıları, Orta Doğu ve Kuzey Afrika olan bu mantar yenebilir türlerdendir. King trumpet (kral trompet), French horn (Fransız borusu), King oyster mushroom (Kral istiridye mantarı), boletus of the steppes (bozkırın boleti), trumpet royale (Kraliyet borusu) olarak da bilinir. Japonya’daki namı eringi, Danimarka’daki ise  Kejserhatte (Kral şapkası).Pleurotus eryngii, istiridye mantar sınıfı Pleurotus’un en büyük türüdür. Doğada sert odunlu ağaçları tercih eden ve kolay gelişen bu tür kültür altına alınmıştır.
Küt bir şapka altında gelişen kalın, sağlam bir sapa sahip olan Kral istiridye mantarının eti beyaz ve gevrektir. İstiridye mantar türleri arasında en lezzetlisi olan Pleurotus eryngii kral lakabını sonuna kadar hak eder.
Bodrum civarında altında ve civarında yetiştiği boğa dikeni bitkisinin yerel adı ile, körek diye anılır. Ege, Akdeniz ve Kıbrıs’ta çok sevilerek yenen bir türdür.
Mutfakta Pleurotus eryngii: Kısık ateşte kendi suyunda pişirilebilir, kavrulabilir, ızgara edilebilir, ya da çorbalarda, yahnilerde, soslarda, makarnalarda, sebze, balık ve et yemeklerinde değerlendirilebilir. Bütün olarakkullanılacaksarengi kahveye dönüşünceye dek uzunca bir süre pişirilmelidir.
Bodrum civarında bu mantarın ızgarasını yaparlar veya az yağda soteleyerek yerler.

İki resim arasındaki yedi farkı bulun haydi: Hypsizygus tessellatus bilmecesi


Hypsizygus tessellatus’un iki hali de çok estetik bence, her iki ortamda da zarif, asil bir duruşu var. Yalnız Jilber Barutçiyan gelse ikna edemez sizi sanırım bu iki fotoğraftaki mantarların aynı türden olduğuna...

Hypsizygus tessellatus: Doğu Asyakökenli bu yenebilen mantar Avrupa, Kuzey Amerika ve Avusturalya’da kültür altına alınmış olup pazarlarda taze olarak satılmaktadır. Brown beech mushroom (Kahverengi kayın mantarı) olarak da bilinir. Japonlar Shimeji, Danimarkalılar Bøgehatte (Kayın şapkası)  derler bu mantara.
MutfaktaHypsizygus tessellatus: Çiğ olarak tüketildiğinde ağızda acı bir tat bırakan bu mantar pişirilmelidir ki acı lezzeti kaybolsun. Pişirilen shimejinin dokusu gevrek olur, lezzeti fındığı andırır. Genelde deniz ürünlerinin yanında garnitür olarak servis edilir. Çorbalarda, yahnilerde ve soslarda kullanılır. Tek başına pişirileceği zaman sapıyla birlikte bütün olarak harlı ateşte sote edilebilir ya da az miktarda tereyağı ilavesiyle hafif ateşte ağır ağır pişirilebilir.



Kısaca tanıtmaya çalıştığım bu üç mantarı Kopenhag’ın ünlü bir marketinde pakette üçü-bir-arada formatında karışık olarak bulmuştuk.

Üçü-bir-arada!

Üç tür mantarı tereyağ-zeytinyağı karımışımında orta ateşte sadece birkaç dakika sotelemekle yetindim. Sadece kral istiridyelerin irice olanlarını dilimlemiştim. Diğer iki türü bütün olarak kullandım.

Yanına fettucine, turplu, zeytinyağı-laym soslu minik roka salata ve kızartma ördek göğsü hazırlamıştım.

Ördek eti kırmızı et sınıfındadır. Orta ateşte ağır ağır pişirmek en iyi sonucu verir; meşakkatli bir iştir, yoğun ilgi ve sabır ister.

Önce, kızartırken şekli bozulmasın diye ördek göğsünün üzerine bıçakla çizikler attım. Kızdırdığım çelik bir tavaya çok az miktarda zeytinyağı ekledim ve ördek göğsünün önce derili tarafını olmak üzere birkaç defa çevirerek orta ateşte ağır ağır pişirdim. Kurumasını önlemek için tavaya akan göğüs yağından alarak kaşıkla arada bir üzerine gezdirdim.

Orta derecede pişmiş olan ördek göğsünü kesme tahtasına alarak suyunun etin içinde tekrar dağılmasını sağlamak için yaklaşık beş dakika kadar dinlendirdim. Bu arada tavada kalan yağın fazlasını aldıktan sonra ördeğin leziz kalıntılarına kırmızı şarap, biraz tereyağı ve hazır ‘Bernaisesos’ ilave ederek kıvamlı bir sos hazırladım.

Ara Not: Bearnaisesos, çırpılmış yumurta sarılarının, alkollü ya da tarhunotlu sirke içine karıştırılarak, kıyılmış tarhunotu ve tereyağ eklenen Fransız menşeili koyu sostur.

Ördek göğsünü verev şekilde dilimlere ayırdım ve tavaya sosun içine aldım. Bir-iki dakika çevirdikten sonra tabaklara koydum.




Dilimlenmiş ördek göğsü az pişmiş gibi görünüyorsa tavada bir süre daha çevirebilirsiniz. Daha önceleri bulması epey zor olan ördek eti artık büyük marketlerde dondurulmuş olarak satılıyor. Yılbaşı gecesi için bir alternatif, yeni bir deneyim olabilir.  
  
Mantarların tadı tek kelime ile olağanüstüydü, ördek göğsüne yakışmışlardı... İlknur Hanım bir kadeh şarap eşliğinde bayıla bayıla mideye indirmişti tabağındakileri hatırladığım kadarıyla...

İlknur Hanım lezzet testinde...

Yaban mantarı lezzet sıralamamda kıtır ve sulu yapıları, farklı lezzetleriyle Eringi, Enokitake ve Shimeji triosu ön sıraları rahatlıkla zorlar. Üreticiler bu üçlüyle boşuna üçü-bir-arada kampanyasına girişmemiş anlaşılan...




Saygılarımla,

Esen K.


ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.








Yabani Mantar Aleminin Kralı: Boletus Edulis nam-ı diğer Porçini

$
0
0

Boletus Latincede mantar, edulis ise yenebilir anlamına geliyor. Yani Boletus edulis 'yenebilir mantar' demek oluyormuş. Ne hoş; yakışır krala... Mutfak literatüründe yaygın olarak kullanılan porcini (İng. piglet) ismi ‘yavru domuz’un (domuzcuk) İtalyanca karşılığı. İtalyanlar bu mantarın şeklini domuza benzetmiş; ayrıca gurme domuzlar tarafından beğeniyle tüketilen bir tür imiş. Almanlar etinin sıkı yapısından dolayı bizde de sıkça kullanılan Steinpilz (Taş Mantarı) yakıştırmasını uygun görmüş. ‘King bolete’ (Kral mantar)olarak da bilinen kral hazretlerine İngilizler kahve rengindeki yuvarlak şapkasından dolayı ‘penny bun’ (kuruş çörek???) da diyorlar. Polonyalılar bu türün yabani mantarlar alemindeki krallığını ilan edercesine kendisine ‘prawdziwek’ (gerçek mantar) ismini yakıştırmış...

Boletus edulis Anadolu’da genellikle Ayı Mantarı, Taş Mantarı ya da Çörek Mantarı olarak biliniyor.

Bu mantar ortalama sekiz saatte büyürmüş. O gün kesim yapılan yerde ertesi sabah yeniden bitermiş. Boletlerin büyümesinde Ay'ın etkisi olduğu; Ay'ın ilk ay döneminde büyümeye başlayıp dolunayda en büyük hallerini aldıkları söylenir... (www.mantaruretimi.com’unyalancısıyım)

Porçini dört kişiyi rahatlıkla doyurabilecek boyutlara (şapka çapı 20-30 cm, uzunluk 18-25 cm, ağırlık 1kg) erişebiliyor. 1995 senesinde Isle of Skye’da (İskoçya) bulunan ve ihtişamıyla adını mantar literatürüne yazdıran ihtiyar bir kralın şapka çapı 42 cm, sap uzunluğu 18 cm (çapı 14 cm) ve ağırlığı 3.2 kg olarak ölçülmüş.

Alemin Kralı: Boletus edulis
Boletus Ailesi: Yaklaşık 200 tür içeren bu aile mantarlarının şapkasının altında, lameller yerine küçük delikler bulunur. İlk bakışta süngerimsi olarak adlandırabileceğimiz bu yapı, aslında binlerce kılcal borucuğun yan yana gelmiş halidir; spor üretimi bu borucukların içinde gerçekleşir.
Boletus edulis (Ayı Mantarı, Taş Mantarı, Çörek Mantarı): Bütün dünyada İtalyanca kökenli “Porçini” adıyla tanınan mantardır. 15-25 cm çapına varan dolgun şapkasının rengi, mat açık kahverengi, kızıl kahverengi arası değişir. Şapka altı, genç örneklerde soluk beyazdır, mantar yaşlandıkça sararma gözlenir. Bu mantarın bacağı da oldukça dolgundur ve 18-20 cm’ye kadar uzayabilir. Yaz ve sonbahar aylarında her türlü ormanda rastlanır. Leziz ve aranan bir türdür, dilimlenerek kurutulabilir. Tylopilus felleus mantarıyla karıştırılmamalıdır. (Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012) 
Mutfakta Boletus edulis: Genç örnekleri sapıyla birlikte bütün olarak pişirilebilir ya da salamura edilebilir. Çiğ olarak da lezzetlidir. Eğer şapka altı nemli ve sararmış ise etinden ayırıp atmak gerekir. Ne yazık ki daha yaşlı örneklerin özellikle sap kısımları sıklıkla kurtlanır. Şapka ve saplar ince dilimler halinde ipe dizilerek kalorifer peteğinde kurutulabilir. Kurutulmuş porçiniler kullanılacağı zaman sıcak suya bırakılarak yeniden canlandırılır. Lezzetli canlandırma suyu da kullanılır. Toz haline getirilerek yemeklerde harika bir çeşni olarak da değerlendirilebilir. (How to Identify Edible Mushrooms, Patrick Harding, Tony Lyon, Gill Tomblin; HarperCollinsPublishers, London, 1996)


Etimsi dokusu ve yapısı, toprak kokulu fındıkımsı eşsiz lezzeti ile Porçiniözellikle İtalyan mutfağının çok aranan bir temel malzemesi. Her türlü ormanda yetişebilen Porçinilerin en iyilerinin kestane ağaçları altında bulunduğu biliniyor. Kurutulmuşu fena olmasa da kralları taze olarak tüketmek en makbulüdür. İtalyanlar taze olarak kullanmadıkları porçinileri genelde zeytinyağında saklamayı tercih eder. Lezzetini bu şekilde korumayı hatta artırmayı başarırlar. Daha konsantre bir mantar aromasına kavuşan kurutulmuş Porçiniler genelde rizotto, çorba ve soslarda muhteşemdir...

Dünya çapında usta şefler tarafından kabul gören bir kanıya göre Porçini lezzet bakımından yabani mantarların en iyisi. 

Anadolu’da değeri pek bilinmeyen Ayı Mantarının genelde sebzeli kavurması tercih ediliyor ya da dilimlenip üzerine tuz serpildikten sonra soba üzerinde ızgara ediliyor. Bunun dışında büyükbaş/küçükbaş hayvanlara yem olarak veriliyor...




Kendileriyle doğada karşılaşma şerefine henüz nail olamadığım Boletus edulis sonbahar aylarında Şile civarındaki ormanlarında bol miktarda bulunabiliyor. Şile ziyaretlerimin birinde bir miktar Ayı mantarını kilosunu 10-15 TL’den satın almıştım. O günün akşamki yemek macerasını 29 Kasım 2012 tarihli “Şile yolları taştan, mantarları çıkardı beni baştan” isimli günlüğümde aktarmıştım:


Ayı mantarlarını temizlemesi çok kolay oldu. Diplerinde biraz toprak ve yaprak parçaları vardı, o kısımları bir bıçak yardımıyla uzaklaştırdım. Şapka ve sap üzerinde bulunan ufak tefek çerçöpü de fırça ile temizledim. 

Bir kısmını taze olarak tükettik. Kalanını porsiyonlara ayırıp buzdolabı poşetlerine yerleştirdikten sonra dipfrize aldım; yeri geldiğince farklı şekillerde değerlendirmeye çalışıyorum.




Porçinili fettucine

Taze porçinilerin (yaklaşık 300-400 gr) şapkalarını ve saplarını ince dilimlere ayırdım. Orta ateşte tavaya aldım. Sularını bırakıp çekince zeytinyağı ilave ettim. Yağ kızınca ince kıydığım 3 diş sarımsağı ekleyip karıştırarak üç-dört dakika sotelemeye devam ettim. 2-3 kaşık krema ilave edip pişirme işlemini tamamladım.

İki kişilik fettucineyi bol tuzlu suda al dente kıvamda haşladıktan sonra haşlama suyundan bir bardak kenara ayırıp suyunu süzdüm. Makarnaları mantarların bulunduğu geniş tavaya aldım. Sos ile makarnanın bütünleşmesini sağlamak için ayırdığım haşlama suyundan ilave edip iki-üç dakika harmanlayarak birlikte pişmeye bıraktım. Bir tutam rendelenmiş parmesan ve az miktarda kekik ekleyip tuz ve karabiberini ayarladıktan sonra gazı kestim.

Bekletmeden servis tabaklarına alıp üzerine tekrar rendelenmiş parmesan serpiştirdikten sonra servis ettim.


















Pizza Porcini

Porçinileri ince dilimlere ayırdıktan sonra pizza üzerinde değerlendirdim.

Ayrıntılı pizza tarifi için lütfen 12 Aralık 2012 tarihli "Evde İtalyan Pidesi: Pizza Italiano a casa" isimli günlüğüme başvurun: 


Porçini, mozzarella ve kekikli Pizza Italiano


Bence porçiniler kendilerini en iyi hamurlu tariflerde gösteriyor ya da bana öyle geliyor...

Günlüğü 'alemin kralının' değerini çok iyi bilen Polonyalı mantar dostlarını selamlayarak kapatalım:

Kciuk w górę król prawdziwek!!! (Yaşasın gerçek mantar kralı!!!)

Sevgilerimle,

Esen K.

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.


Mutfak alet-edevatının sonsuz uzayında renkli bir seyahat

$
0
0

Semt pazarlarının ayrı bir köşesinde duran zırzavatçıları bilirsiniz. Hani şu geniş tezgahlarında toplu iğneden mandala, don lastiğinden el gırgırına lüzumlu/lüzumsuz 1001 çeşit ıvır zıvır bulabileceğiniz satıcılardan bahsediyorum.

Pazara her gidişimde bu tezgahların kurulduğu bölüme mutlaka uğrarım. Orada kimi zaman uzunca bir süre takıldığım olur. İlk defa karşılaşıp da ne işe yaradığını bilmediğim aletler hakkında sohbet etmek çok keyifli olabiliyor. Öyle aletler var ki bazen satıcı bile ne amaçla veya nasıl kullanılacağını bilemeyebiliyor. Şu tarz muhabbetler döner genelde tezgah başında:

  •          Abi, sen emin misin bu aletin soğan doğradığına? Soğan sığmaz ki bu araya...
  •          Doğru dersin, ben de bilemedim bak şimdi... Yeni düştü de tezgaha...
  •          Sarımsak presi olmasın???
  •          Olabilir bak hemşerim, sarımsağı şuradan sokacan...

Böyle sürer gider, sonu gelmez bu muhabbetin...

Kim uğraşır acep bu işlerle? Tasavvur edin; işiniz bu, yani mutfak aletleri mucitliği... Beyniniz gece gündüz şu tip sorular, sorunsallarla meşgul durumda:

Yumurtanın sarısı zedelenmeden beyazından nasıl ayrılır?

Ceviz kabuğu, içi parçalanmadan nasıl kırılabilir?

Kolay temizlenebilen, sarımsağı telef etmeyen bir alet yapabilir miyim?

Nasıl bir edavat dizayn etmeliyim ki patatesi ziyan etmeden soysun?

Soğanın suyunu çıkarmadan arzu edilen kalınlıkta doğrayabilecek bir zamazingo yapmak mümkün mü?

Neymiş, badem kırıcıymış, sarımsak eziciymiş??? Patron da bula bula beni buldu, en zor işleri bana iteledi... Kolaysa kendin yapsana, görelim marifetini... Badem olduk yaaa! Fuck the sarmısak!!!

Manzara aynen şöyle olmalı: 8-10 tane Çinli mucit oturmuş bir yuvarlak masanın etrafına, yığmışlar bir çuval sarmısağı da üzerine. Her biri kendi icat ettiği aleti prezente edip patronu ikna etme uğraşında... Parçalanmış, ezilmiş, preslenmiş, dağılmış sarımsaklar havada uçuşmakta... Ofis türüm türüm sarımsak kokmakta... Kimin umurunda... Lakin Çinliler bu mevzuda bizden birkaç adım önde, çok avantajlılar. Hemen her öğün diş diş sarımsakları hap gibi lüp lüp yutar kendileri...

En çok da sarımsak uğraştırmıştır sanırım bu zihni sinir abileri... Şimdiye kadar işe yarayan bir sarımsak presine rastlamadım henüz...

Her sezon mutlaka yeni yeni aletler icat olunur. Bunların çoğu Çin işi, Kore icadı, Japon işidir herhalde. Son yıllarda bizimkiler de sağlam el atmış bu tasarım işlerine; eeee bu işin pazarı büyük. Enteresan yaratıcı marka isimleri türedi: Şıkmutfakçı, İşbilir, YuSaTaMu (Yusuf Salih Tanju Mutfakta), gibi...Bu aletlerin kimi çabucak demode olur, atsan atılmaz, satsan satılmaz. O bahtsız edevatın makus talihi mutfakların en ücra köşelerinde çürümeye, paslanmaya mahkum edilmektir ki bunlar genelde işe yaramaz cinstendir; bazısı da tam tersine iyi tutar, uzun ömürlü olur, klasikleşir.

Bir kez kullanıp bir köşeye fırlatmış olduğum işe yaramaz mutfak aletlerini biriktirmiş olsaydım Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nin karşısına ben de Mahcubiyet Müzesi’ni açmıştım şimdiye...

Eziklenmiş, loser bir sarımsak presinin dilinden aktarayım: “Mahcubum Son Kullanıcı Hanfendi/Beyfendi... Görevimi layıkıylan yerine getirememenin verdiği derin bir eziklik hissiyatına kapılmış vaziyetteyim. Mutfağınızın prensi olacaktım, fakat bi pires bilen olamadım... Affedin beni, hakkınızı helal ediverin olur mu?”


Seyahatimden bir enstantane: Ladies and Gentlemen Esen K is floating in Space of Kitchen Tools



Mutfağımdaki çeşitli alet edevatı sizin için masaya yatırdım:


Mozzarella/Yumurta dilimleyici

Mozzarella/Yumurta dilimleyici

O bir klasik: Şık bir tasarım ve kesinlikle işlevsel, yumurtayı mozzarellayı gayet muntazam dilimler.


Çift taraflı soyucu/jülyen doğrayıcı


2012 Model Çift taraflı sebze/meyve soyucu/jülyen doğrayıcı

Bazen aletlerin işlev sayısı arttıkça verimliliği düşebiliyor. Yeni aldığım bu alet de o türden. Kesinlikle işe yaramaz, tutuşu iyi değil, insana çok zahmet veriyor. Soyucu/jülyen doğrayıcı işlevleri için iki ayrı alet almakta fayda var. 

Havuç-hıyar ona bakar, o havuçla hıyara bakar... Bu işlemeli ahşap saplı tasarım harikası müzelik bir eser...





Narenciye kabuğu soyacağı

Bu aleti çok severim. Sade, şık bir dizayn. Nadiren kullansam da işini iyi bilenlerden...






Nuri Maviş the Fındıkkıran vs. Terminatör Kırıcı Fındık Ringinde Karşı Karşıya

Üretici firmanın layık gördüğü Terminatör Kırıcı lakabıyla bilinen aletin boyunun ufak tefek göründüğüne bakmayın siz. Ivan Drago da Rockykarşısında avantajlı görünüyordu ama dövüşün sonunda boyunun ölçüsünü almıştı... Naaber???
 
Bildiğim kadarıyla 2009 model olan Terminatör kendi branşında çok başarılı! Hele bir de eliniz alıştı mı bir çuval fındığa bana mısın demezsiniz...

Nuri Maviş the Fındıkkıran KNOCK-OUT, Terminatör Kırıcı IN!




Pizza Dilimleyici

Bir başka klasik: Fazla lafa ne gerek, işinin erbabı o, rakibi yok!





Kestane Çizici

Şimdi karşınızda 2012 Model Kestane Çizici: Bu yeni icada en çok bizim kayınpeder sevindi. Kızlara her akşam kestane çizmekten helak olmuştu mübarek adam. Tasarım idare eder, işlev mükemmel! Her türlü testten başarıyla sıyrıldı kendisi; iriymiş ufakmış, sertmiş yumuşakmış dinlemez, her türlü kestaneyi çizer...

Bakar mısınız Jaws gibi açmış ağzını, hamle yapmayı bekliyor canavar. Bence 2012 sezonunun en başarılı modeli bu alet.



Günlüğün ödüllü bilmecesi




Bilmece


Bu aletin ne işe yaradığını bilene benden bir yıllık ihtiyacı, bir çuval un hediye! Tariflerimden yararlanarak evde bol bol pizza veyahut makarna yaparsınız artık...


Bilmecenin cevabını günlüğün en alt kısmında bulmak mümkün.






Ev tipi Çift Bıçaklı Zırh

Karşınızda beni satın aldığıma pişman eden çift bıçaklı artist. Afedersiniz bir poha yaramaz... Doğramaya çalışırken malzeme arada kalır, onu çıkarmaya uğraşırken elini çizer; elde yıkamak istersin, ürkütür, parmak kesebilir nitekim. Binbir türlü derdi var aletin... İlk denemeden sonra alet edavat çekmecesinin en ücra köşesini boyladı artist...

Yeri müzemizin baş köşesinde şimdiden ayrılmış vaziyette...





Meyve/Sebze Soyucu

Bu uzaylı da başka bir artist maşşallah, bak sen şu duruşa; ama en azından iyi iş görüyor. Domatesi bile fazla telef etmeden soymak mümkün.


Diğerleri


Sevgili havanlarım; her birinin yeri ayrıdır...



Sağlıcakla kalın, alet-edevatsız kalmayın.

Selamlar,

Esen K.






Lactarius Deliciosus ile ‘Kanlıca’ tarifler

$
0
0

Lactarius deliciosus
Anadolu’da Kanlıca, Çıntar, Melki veya Çam Melkisi olarak adlandırılan Lactarius Deliciosus mantarı sonbahar aylarında özellikle Kastamonu, Bolu ve Mengen civarında iğne yapraklılar altında bol miktarlarda bulunabilir.

Latincede Lactarius süt(lü), deliciosuslezzetli anlamında kullanılmaktadır. Yaklaşık 2,000 yıllık bir Roma freskinde tasvir edilen Lactarius deliciosus’un adının onun yenilebilen sütlü mantarlar arasında mutfakta en çok tercih edilen olduğuna işaret ettiği düşünülmektedir. Reçineli aromasını ve odunsu dokusunu ima eden bazı otoriteler bu mantarı pek makbul bulmazlar. Kanlıcanın gevrek yapısı ve göz alıcı turuncu rengi onu her halükarda herhangi bir akşam yemeğinin gözdesi kılabilir...

Avusturalya’daki Polonyalı göçmenler tarafından bolca toplanıp tüketilen bu mantar türünün AC/DC’nin memleketinde bir servis tabağı büyüklüğüne erişebildiği bilinmektedir.

Ömerli (İstanbul) civarında bulduğum genç ve sağlıklı tipik bir Lactarius Deliciosus bireyi



Lactarius Ailesi: Yaklaşık 350 tür içeren bu mantarlar, Russula ailesine yakın bir grup oluştururlar. “Tebeşir” gibi kırılma özellikleri vardır. Lactarius ailesi mantarları kırıldıklarında süte benzeyen bir sıvı salgılar. Kimi türlerde bu süt, sarı, turuncu, beyaz renkte olabilir. Kimi türlerdeyse, başlangıçta beyaz olan süt, havayla temas ettiğinde beyaz kalabildiği gibi, kısa sürede sarı, pembe ve laciverte dönüşebilir. Her mantarın verdiği süt miktarı hava koşullarına bağlı olarak değişebilir. Bu ailede öldürücü bir tür bulunmaz. Pek çok türü acıdır, en zehirli Lactarius türleri, sindirimle ilgili sorunlara yol açar.
Lactarius Deliciosus (Kanlıca, Çıntar, Melki): Turuncu Lactarius türleri arasında, şapka renginin hafif “unlu” görüntüsü, parlak turuncu lamelleri, renginin ve sütünün diğer türlere kıyasla çok daha yavaşça yeşermesi ile dikkat çeker. Sadece iğne yapraklılar altında, yağmurlu yaz aylarında ve sonbaharda bulunur. Ülkemizde bütün turuncu Lactarius türleri birbirine karıştırılarak, aynı adlar altında satılmaktadır. Bu mantarlar, şüphesiz, ülkemizin en çok tüketilen yabani mantarlarıdır. Karoten (havuca rengini veren madde) içeren turuncu Lactarius’lar bol miktarda yenildiğinde, idrarı turuncuya boyama özellikleri vardır; bu durum hiçbir sağlık sorununa yol açmaz.
Lactarius deliciosus mantarını, yayvan yapraklılar altında yetişen ve sindirim bozukluğu yaratan L. Torminosus mantarıyla karıştırmamak için dikkat edilmelidir. (Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012)

Mutfakta Lactarius deliciosus: Hafif acımsı tadını gidermek içinkendi suyunda haşlayın. Sonra soteleyin ya da gevrek dokusunu hissetmek için en iyisi ızgarada pişirin. Balık ya da aroması daha belirgin olan yiyeceklerle çok iyi uyum sağlar. (How to Identify Edible Mushrooms, Patrick Harding, Tony Lyon, Gill Tomblin; HarperCollinsPublishers, London, 1996)
Anadolu mutfağında, özellikle Batı Karadeniz'de çok iyi bilinen Kanlıca mantarının genelde sade kavurması veya sebzeli sotesi yapılır. Odun ateşinde ya da soba üzerinde közlenerek tüketilir. Soğanla birlikte kavrulduktan sonra gözleme veyahut börek içi olarak kullanılır. Kastamonulular meşhur etli ekmeklerinin içinde kıyma yerine mevsiminde Kanlıca mantarı kullanırlar. Kendi suyunda tuzla birlikte haşlandıktan sonra biraz sirke ilavesiyle salamurası hazırlanır.




Şile yolu üzerinde bulunan bir dinlenme tesisindeki satıcılardan aldığım Kanlıca mantarlarını mutfağımda nasıl kullandığımı aktarmaya çalışacağım:

Kanlıcaların Temizlenmesi:

En iyisi ormanda toplarken bir fırça yardımıyla temizlemektir. Fakat satın alınan Kanlıcaların üzerinde yaprak ve toprak kalıntıları mevcutsa ve bunlar kuruyan mantarların üzerine yapışmış ise bir süre akan suyun altında tutmaktan başka çare yok. Mantarlar halen nemliyse ıslak bir bez yardımıyla silinerek de kirinden arındırılabilir.

Temizlenen Kanlıca mantarlarını henüz taze iken çiğ olarak ya da kendi suyunda pişirdikten sonra dondurucuda saklamak mümkün. 






Kanlıca ızgara

Kanlıcaları ters çevirip üzerlerine tuz serptikten sonra bir süre elektrikli ızgarada ve sonrasında 200 dereceye ayarlı ısınmış fırında fazla kurutmadan pişirdim.



Kanlıcaların yanına zeytinyağ, tuz-karabiberle tatlandırılmış porçini ve mozzarella ile doldurduğum minik kalamar dolmaları hazırladım. Bu dolmaları Kanlıcalarla birlikte aynı şekilde pişirdim. Süre vermek istemiyorum çünkü durum ızgaranızın ve fırınınızın ısısına göre değişebilir.

Ara Not: Kalamarları temizledikten sonra pişirmeden önce yumuşamalarını sağlamak için yaklaşık 4 saat kadar buzdolabında sütün içinde beklettim.

Kalamar dolma hazırlıkları


Pişirme işlemini sadece ızgarada ya da fırında başlatıp bitirmek de mümkün.



Tereyağında Kanlıca Kavurması 

Kanlıca mantarlarını iri küpler halinde doğradıktan sonra yapışmaz bir tavada önce orta ateşte bir süre kendi suyunda haşladım. Daha sonra tavaya tereyağ ilave edip mantarları 10 dakika kadar arada bir karıştırarak kavurdum.

Hardal, bal, soya sosu, zeytinyağı, toz zencefil, acı toz biber, karabiber karışımında marine edip ızgarada pişirdiğim tavuk kalça şişlerinin yanında garnitür olarak kullandım. Yanına da yeşil salata hazırladık.

Tavuk kalça şiş yanında Kanlıca kavurma


Wok Tavada Çin usulü Tavuklu Kanlıca Sote (üç kişilik)

500 gram Kanlıcayı suyu uçana kadar önce kendi suyunda haşlayalım. İki adet tavuk göğsünü (ya da kemiksiz tavuk budu) bir santimlik küpler halinde doğrayalım. Wok tavayı ocakta iyice ısıttıktan sonra tavuk parçalarını tavaya alalım. Suyunu bırakıp çektikten sonra üç kaşık susam yağı (yoksa sızma zeytinyağı) ve iki kaşık tereyağı ilave edelim.

Tavaya ince kıyılmış bir adet kırmızı biber ve dört diş sarımsak ekleyerek tavuk parçalarıyla birlikte iki-üç dakika kadar çevirmeye devam edelim. Mantarları ekleyelim, üç-dört dakika daha harlı ateşte çevirerek pişirme işlemini sürdürelim.

Son aşamada tavaya soya ve teriyaki sosu, toz zencefil ve toz zerdeçal ekledikten sonra hızlıca çevirip gazı keselim.

Çin usulü tavuklu Kanlıca sote


Kanlıca’nın şimdilerde tam mevsimi, hatta geçmek üzere. Bulursanız kaçırmayın derim!

Muhteşem lezzeti yakalamak için Kanlıcayı en iyisi bütün olarak odun kömürü ateşinde ya da odun fırınında pişirmeli!

Afiyet olsun.


Esen K.

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.









Civciv ayaklarının üç katmanlı tadı damağımızda fena patladı

$
0
0

Cantharellus Tubeaformis var. Lutescens (Civciv ayağı) türündeki yabani mantarla ilgili yazdığım günlüğü okuyan bilir; bu mantarlardan çok fazla miktarda bulup toplamıştım:


Torbayı neredeyse doldurmuştum...

Geçenlerde civciv ayaklarını daha farklı nasıl değerlendirebileceğimi, lezzetini ne şekilde daha fazla ortaya çıkarabileceğimi araştırmak için kaynak karıştırırken sonunda Japon stilinde karar kıldım.
   
Minimalist Japon mutfağının en önemli özelliklerinden birisi malzemenin öz lezzetini korumak, ön planda tutmaktır. Bu nedenle yemeklerinde çeşni ve baharatlardan olabildiğince uzak durur Japonlar. Yemeklerin görüntüsü ilk bakışta göze yavan gelebilir, lezzetler de çok çeşnili, baharatlı tatlara alışık olanları tatmin etmeyebilir... Ama tadım esnasında ‘lezzetin ana malzemeden yana olduğu’ felsefesinin bilincinde olunursa damakta daha minimal deneyimler yaşanabilir...

Ana malzememiz Cantharellus Tubeaformis’in lezzetini belirgin ve baskın biçimde ortaya çıkarabilmek üğruna yaratmış olduğum reçete için yukarıda bahsi geçen Japon felsefesinden yola çıktım:

Kurutulmuş meyve/sebzenin bambaşka bir lezzet boyutuna geçtiğini herkes bilir: Kurutulmuş domates, biber, patlıcan, gün kurusu, vişne kurusu, v.b farklı lezzetleriyle kış sofralarını şenlendirmeye bire birdir. Bu durum yabani mantarlar için farklı değil; öyle ki bazı mantarlar kurutulduktan sonra toz haline getirilerek çeşni/baharat niyetine dahi kullanılabilmekte.


Havanda dövülmüş kuru civciv ayakları





Dört kişilik çorba için civciv ayaklarınınüç farklı halini kullandım: Tazesinden 150 gr, bir avuç dolusu kadar sıcak suda canlandırılmışından ve yine bir avuç havanda dövülerek öğütülmüşünden.


Civciv ayaklarının üç farklı hali



Mantarları 1.5 litre kaynamış duru suda kısık-orta ateşte tıngırdatarak 10 dakika haşladım. Tencereye son anda biraz Japon soya sosu ekledim. Gazı kestim ve üzerine bir tutam ince kıyılmış taze Frenk soğanı (şiniklav, chive) ve Kişniş ilave edip karıştırdım.

Şiniklav gözlü, Chanterelle kulaklı, Kişniş küpeli, sarımsak burunlu, kuru Chanterelle ağızlı Japon güzelinin saç modeli ise Vermicelli 



Diğer bir tencerede kaynayan suda 150 gr Japon Vermicelli’sini(ince noodle) 2-3 dakika haşlayıp süzdüm ve pişme işlemini sonlandırmak için soğuk sudan geçirdim.

Servis aşamasında noodle’ları ısıtmak içinkaynar sudan geçirip çorba kaselerine paylaştırdım, sıcak çorbadan birer kepçe koydum ve üzerlerini Frenk soğanı ve kişnişle süsledim: Bu kadar!

Ara Not: Bu çorbada sadece miso eksik. Miso, Japon mutfağında çeşni olarak kullanılan, pirinç ya da buğday ve tuzla karıştırılan pişmiş soya filizlerinden oluşan, beyaz ya da kırmızı boyalı mayalı soya hamurudur.

Cantharellus Tubeaformis var. Lutescens ana frekans ve iki farklı harmonik frekansta seyreyleyen üç katmanlı lezzetiyle damaklarımızda fena halde patladı...

Harmonik: f frekansındaki temel bileşen dalganın haricindeki frekanslarda olan dalgalara “Temel Frekansın Harmonikleri”adı verilir.

Şekil-1: Temel frekans ve Harmonikleri

Şekil-1'de 1. Harmonik(Temel Bileşen) civciv ayağının tazesinin, 2. Harmonik canlandırılmış kurusunun ve 3. Harmonik kurusunun toz halinin lezzetini temsil ediyor.



Ana frekansın 2. harmoniğinde severim sizi...

Sakın miso'suz kalmayasınız...

Dip NOT: Bu tarifte aroması kuvvetli farklı yabani mantarlar kullanılabilir. Aynı reçeteyi marketlerde 200-400 gramlık paketler halinde satılan Shiitake Mantarıile uygulamanızı tavsiye ederim.

Saygılarımla,

Esen K.



Dünden kalanlar, Bölüm -2: Bayat ekmeği tazelemek ve minik yalancı pizzalar yaratmak

$
0
0

Evde bayat ekmekleri değerlendirmenin birçok yolu vardır: Daha sonra köfte harcında veya panelerde kaplama olarak kullanmak üzere ufalayıp cam kavanozlarda saklayabilirsiniz. Dilimleyip fırında kurutarak çorbalık kroton hazırlayabilirsiniz. V.b.

Size iki farklı yöntem anlatmaya çalışayım:

Bayat ekmeği tazelemek

Fırın tepsisi büyüklüğünde kesmiş olduğunuz yağlı kağıdı ya da içine bir ekmek alacak büyüklükte bir kese kağıdını elinizle buruşturup yumak haline getirdikten sonra akan suyun altına tutun. Suyunu sıkın. Bütün bayat ekmeğinizi içine güzelce sarın ve 200 dereceye ayarlayıp önceden ısıtmış olduğunuz fırında 10-15 dak. ya da yağlı kağıt/kese kağıdı kuruyana kadar tutun.
Bu sayede tekrar nemlenen ve ısınan bayat ekmeğinizin ilk günkü kadar taze olarak geri döndüğünü göreceksiniz.

Hafta sonu kahvaltısı/brunch için minik yalancı pizzacıklar

Bayat ekmeklerinizi 0.5 cm kalınlığında dilimleyin. Küçük bazlama da kullanabilirsiniz; bunları ekmek bıçağı ile ortadan ikiye ayırın. Fırınınızı 200 dereceye kurup ısınmasını sağlayın. Fırın tepsisi büyüklüğünde kesmiş olduğunuz yağlı kağıdı elinizle buruşturup yumak haline getirdikten sonra akan suyun altına tutun. Kağıdı tekrar açıp fırın tepsisine yerleştirin.

Bu arada pizzaların üst malzemelerini hazırlayın:

No.1: Mozzarella-domatesli  

Mozzarella ve çeri domateslerini ince dilimler halinde doğrayıp ekmek dilimlerinin üzerine yerleştirin, zeytinyağı gezdirin, kuru fesleğen veya kekik serpiştirin.


No.3: Beyaz peynir-yumurta-kimyonlu

Tam yağlı beyaz (keçi, koyun ya da inek) peynir ile bir adet yumurtayı bol miktarda kimyon, biraz karabiber ve toz kırmızı biber ilavesiyle iyice çırpın. Hazırladığınız karışımı bir kaşık yardımıyla ekmek dilimlerinin üzerine koyun. Bu tarif rahmetli annemden yadigar... Yoğun kimyon tadı aklımdan çıkmadı; hiç unutmam, kendisi kış günlerinde bu şekilde hazırladığı ekmek dilimlerini kuzinede pişirip çayla birlikte önümüze koyardı... Bu karışıma biraz rendelenmiş kaşar da ekleyebilirsiniz.


No.2: Tulum peynir-çörek otu-cevizli

Tulum peynirini biraz krem peyniri vayahut krema ile karıştırın. İçine çörek otu, ince kıyılmış ceviz ve bir tutam kırmızı toz biber katarak çatal yardımıyla iyice karıştırıp ezin. Ekmek dilimlerinin üzerine sürün.


Hazırladığınız ekmek dilimlerini fırın tepsisindeki ıslak yağlı kağıdın üzerine dizin. Tepsiyi ısıtmış olduğunuz fırınınızın orta katına yerleştirip pizzacıkları peynirler eriyene dek pişirin.

Islatılmış yağlı kağıt ekmek dilimlerinin iyice kurumasını önleyecek, nemlenip yeniden hayata dönmesini sağlayacaktır.


Sırasıyla Tarif No. 1, 2, 3

Bunlar benim naçizane önerilerim; siz de kendi karışımlarınızı yaratıp yorum kısmında paylaşabilirsiniz.

Göreceksiniz; basit ama leziz minik pizzacıklar kapış kapış gidecek...

Bazlama üzeri beyaz peynir, yumurta, kaşar, maydanoz ve kimyonlusu...


Afiyet olsun.


Sevgiyle kalın,

Esen K.







Ben gideeerim Ormana Hey, Mantara Hey, Ormana Hey, Mantara!

$
0
0

Geçenlerde avukat baldızım bendeki mantar merakının nereden geldiğini sorup sorgulayınca bu konuya açıklık getirmek farz oldu:

Yaban mantarlarına olan ilgim yaklaşık onbeş sene evvel yazdan kalma bir Sonbahar gününde eş-dost ziyareti için uğramış olduğum Kızılcahamam’ın Kasımlar köyünde başladı. Kasımlar’a, Kızılcahamam-Çerkeş karayolu üzerinde bulunan Güvem beldesini geçtikten sonra ilk sol sapaktan içeri girip 3-5 km civarında bir mesafe kat edilerek ulaşılıyor. Köy Işık Dağı’na çok yakın.


Kasımlar Köyü (Kızılcahamam, Ankara)


Köydeki ahbaplarımız bizi o gün Işık Dağı eteklerinde bir mantar avına çıkardılar. Benim için hoş bir sürpriz olarak bir ilkti bu serüven. Bize önce toplayacağımız mantarlarla ilgili kısa bir briefing verildi; o yörede Koçak diye adlandırılan Lactarius piperatus (daha yaygın adıyla Koç mantarı) ve onun Kanlıca namıyla bilinen aynı familyadan yakın akrabası Lactarius deliciosus (ya da L. Salmonicolor) mantarları tanıtıldı. Burada böyle hava bastığıma bakmayın; çok sonraları öğrenmiştim bu iki türün Latince isimlerini...


Solda Lactarius piperatus ve sağda Lactarius deliciosus




Briefingden sonra elimizde poşetler ve sopalarla koçak ve kanlıca aramaya ormana dağıldık. Birkaç saat süren mesai sonunda epey mantar toplamıştık. Benim gibi Ankara’dan gelen acemilerin mantarları sıkı bir kontrolden geçti önce; neyse ki dersimize iyi çalışmış olarak hocalarımızdan pekiyi notunu aldık: Mantarlarımız testlerden temiz çıkmıştı.

Köye dönüşte toplanan mantarlar önce bi güzel toprağından arındırıldı, temizlendi. Kanlıcalar bütün olarak ters çevrilip odun ateşinde közlenerek, koçak mantarları da doğranıp kendi suyunda haşlandıktan sonra soğanla birlikte kavrularak taze lavaş eşliğinde sofraya getirildi. O muhteşem yaban mantarı ziyafetinin tadı sanki biraz evvel yemişcesine halen damağımda...

Aslında küçüklüğümde dedemin kendi topladığı mantarları yiyip zehirlendiği günden beri yabani mantar haramdı bize, ebediyen yasaklanmıştı büyüklerimiz tarafından. Fakat o gün mantara aç domuzlar gibi saldıran ben ‘yasakmeyvanın’ tadını almıştım ‘Işık Dağı Cennetinde’ bir kere... İlk doz epey sağlamdı: Bu yoldan geri dönmek yoktu artık benim için... 

Sonraki yıllarda hep aklımda olmasına rağmen bir fırsatını bulup da Kasımlar’a tekrar uğrayamadım. 2008 yılına değin bir keresinde Silivri’nin Kurfallı köyü civarında Agaricus campestris(İçi kızıl, Çayır mantarı) olmak üzere, birkaç kez daha ormanda mantar toplayıp yemişliğim var.

2008 yılından itibaren bu işin başka bir yönü beni cezbetmeye başlamıştı: Ormanda dedektifçilik oynamak, macera aramak; bilmediğim farklı türde mantarların izini sürmek, onları kendi muhitinde fotoğraflamak ve eve dönüşte elimdeki basılı kaynaklardan ve/veya internetten yararlanarak bilmediğim türleri kendimce tanımlamaya çalışmak. Bu çok keyifli bir uğraş haline gelmişti. Mantar çeşitliliğinin arttığı ilkbahar ve sonbahar aylarını ip değil urganla çeker olmuştum...

Artık sadece yemeklik mantar aramak/toplamak için değil, binlerce tonda renkleri, belki milyonlarca farklı biçimiyle, irisiyle ufağıyla, ihtiyarı genciyle, zehirlisi zehirsiziyle, v.b. her türlü mantarı keşfedebilmek için dalıyordum ormanlara. Daha önce rastlamadığım bir türle karşılaşmak beni fazlasıyla heyecanlandırmaya yetiyordu. Elimdeki imkanlar ve yeteneğim elverdiğince güzel fotoğraflar çekmeye çabalıyor, tüm fotoğrafları düzenli bir şekilde arşivime alıyordum. Kanımdaki yabani mantar dozu iyice artmış, bu bağımlılığın tedavisi imkansız hale gelmişti artık...

Uygun bulduğum bir köşesinden içine daldığım ormanda her şeyi unutur olmuştum. Saatlerce, gözümü orman tabanından ayırmadan yeni türler peşinde dolaşabiliyordum neyle karşılaşacağımı kestiremeden... Orman dışında, Dünyada, çevremde olan biten her şey orman dışında kalıyor, zihnimden çıkıyordu, o Dünya başka bir Dünya idi; bu bir nevi terapi, bir süreliğine de olsa tüm sıkıntılarımdan, dünyevi dertlerimden arınmanın keyifli bir yolu idi benim için.


Avcı-toplayıcı Esen K iş başında



Bu hastalığı sevgili kuzenime de bulaştırmayı başarmıştım bir gün: O da bu sonu bilinmez geri dönülmez yolun yolcusu olmuştu... Kafadar bir yoldaşla keşfe çıkmak çok daha keyifliydi elbette ki. Kuzenle kim bilir kaç kez yollara düşmüş, kaç kilometre taban tepmişizdir yabani mantar peşinde...

Sadık Yoldaşım Emrah Kuzen



Macera dedik ya, insanın başına binbir türlü hal gelebiliyor elbette ormanda dolaşırken: Geçenlerde yine Aydos Ormanı’nda yenice keşfetmiş olduğum Cantharellus tubeaformis var. Lutescens (Civciv ayağı) madenini ziyaretim sırasında tam bereketli bir ocağa dalmış, torbayı doldurmakla meşgulken 30’lu yaşlarında, kirli sakallı, kumaş pantolonlu, siyah deri montlu elemanın teki peydahlandı bir anda. Yanımdan geçerken “Napıyosun burda?” diye sorunca ben de gayri ihtiyari, “Mantar topluyorum” diyerek cevap verdim. Tuhaf eleman, “Kolay gelsin” diyerek yoluna koyuldu. Teşekkür ettikten sonra işime devam ettim. Yakın çevremdeki insanların son günlerde üstüme üstüme gelip yaptıkları uyarılar aklıma gelince birden işkillenmiştim yalnız...

Bir miktar daha mantar topladıktan sonra onbeş dakikaya Denizli’ye doğru yola çıkacak olan İlknur’a arabamda bulunan valizini vermek üzere Kurtköy’deki iş yerine yollandım. Orası da o an bulunduğum yerden yaklaşık olarak 5 km daha ilerdeydi. Zamanında ulaştım İlknur’a. Kendisine yarısı civciv ayağı dolu torbayı gösterince oradan dosdoğru eve döneceğime dair söz vermemi istedi. Aklı bende kalmasın diye yarım ağızla söz verir gibi yaptım, aklım hala ormanda bıraktığım tubeaformislerde idi haliyle... Emaneti sevgilime elden teslim ettim. Vedalaştık.

Bu kez soluğu hemen Kurtköy’ün bitişiğindeki ormanlık alanda aldım. Bu bölge Aydos Ormanı’nın uzantısı olup benim madenin 4 km kadar ilerisindeydi. Ağaç dokusu, bitki örtüsü tıpatıp aynıydı: Yani burası da civciv ayağı kaynıyor olmalıydı. Yaklaşık 150-200 m kadar ormanın içine doğru ilerledim ve irili ufaklı 20-30 kadar tubeaformisin bulunduğu bir ocakla karşılaştım. Tahminimde yanılmamıştım... O kadar mantar toplayınca artık daha seçici olmaya, aralarından sadece iyice irilerini almaya başlamıştım. Keyfim gıcırdı...

Cantharellus tubeaformis var. Lucescens (Civciv ayağı)


Tam da malzemeyi bez torbaya indirmiş, ocağın dibine incir ağacını dikmiştim ki bir çıtırtı işittim... Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirince kızıl rengi saçı-sakalıyla, üstü başı pejmürde vaziyette, kendi kendine bir şeyler mırıldanarak -belli ki kafayı sıyırmış- yandaki hafif meyilli patikadan aşağı, benim bulunduğum yere doğru yaklaşmakta olan bir başka elemanla göz göze geldim. Esrarengiz elemanımızın kucağında bir battaniye veyahut örtüye sarılı 24lük bira kasası boyutlarında koliye benzer bir emanet...

İlk eleman gibi bu da ne yaptığımı sordu, ben papağan misali aynı cevabı tekrarladım. Ancak bu kez nasıl olduysa karşılığında elemana “Sen napıyorsun?” diye sorma cesaretini gösterebildim. Aldığım cevap aynen şöyle oldu: “Hımmhh.. Hınghhhhh... Bi yerden geliyorum, başka bir yere gidiyorum”...

Eleman başını tekrar önüne doğru çevirdi, beni şoke demarke vaziyette bırakıp hiç durmaksızın yoluna, caddeye doğru devam etti. Belli ki acelesi vardı...

Aradan 10 dakika geçti geçmedi; deri montlu delikanlı yeniden peydah olmaz mı... Yanıma yaklaştı fakat beni tanımazdan geldi. O saatte Aydos Ormanı’nda iki kilometre çapında bir alanda elinde bej renkli bir bez torba ile mantar toplayan tıpa tıpa aynısından iki tane gözlüklü mantarkolik bulunma olasılığı milyonda kaçtır acaba???

Eleman yanıma yaklaşınca ben “Merhaba” diyerek selamladım.

-       Selamün Aleyküm birader. Sakallı bi adam geçti mi buralardan?
-       Evet, biraz önce geçti öyle birisi.
-       Elinde bir paket taşıyor muydu?
-       Evet.
-       Caddeye doğru mu gitti?Meraklandım ben de:
-       Evet. Neden sordun? Ne taşıyordu o adam?
-       Boşver sen. İşine bak birader. Eyvallah...
-       Eyvallah.

Aramızda geçen bu ilginç diyalogdan sonra bu adam da esrarengiz kızıl sakalın ardından caddeye doğru ilerledi ve gözden kayboldu.

O iki gizemli 'Homo Sapiens' ortadan kayboldu kaybolmasına da bende ne huzur bıraktılar ne de keyif...

Hadi sen deyiver baldızım: Kızıl sakal pakette ne taşıyordu acaba? Komşunun horozunu mu indira gandi yapmıştı yoksa acımasızca icabına bakmış olduğu bir zavallının kesik kellesi miydi kucağındaki emanet?... Yok daha neler mi??? Kim bilir? Bizimkiler uyarılarıyla iyicene paranoyaklaştırdı beni son günlerde.

Bizim avukat baldızın iddiasına göre deri montlu elemanın sivil polis olma olasılığı çok yüksekmiş. Sultanbeyli civarında Kürt nüfus çoğunlukta olduğu için oralar sivil polis kaynıyormuş.

Şehrin kalabalığından trafiğinden bir süre kurtulayım, stres atayım, ciğerlere oksijen depolayıp akşam yemeği için de biraz mantar toplayayım diye çıktığım yolda başıma gelenlere bak sen.

Şu 'Homo Sapiens’ler insana ormanda da rahat vermez oldu a dostlar...








                                                                                                                                                                                                                      Arşivimi kurcalayıp tekrar gün ışığına çıkardığım bazı enteresan mantarların fotoğraflarıyla baş başa bırakıyorum sizleri:

Clathrus Ruber (Yılan Odası)

Clathrus Ruber, Rize Bölgesi’ndeki namıyla ‘Yılan Odası‘ mantarı kesin bir başka gezegenden. Sporları bence büyük ihtimalle bir meteorla birlikte yeryüzüne indi, kendisi uzaylı bir ajan bile olabilir. Kendine has leşi andıran kokusuyla görmeden 3-4 metre uzaktan dahi fark edilebilir. Yenmez.

Hygrocybe Coccinea

‘Cimbom mantarı’Hygrocybe Coccinea parlaksarı-kırmızı renkleriyle göz kamaştırıyor. Yenebilir, vasat.

Laccaria Amethystina


Mor renkli Laccaria Amethystina yenebilir, lezizbir mantar türü.

Clavariadelphus Truncatus

Clavariadelphus Truncatus’un E.T.’nin hemşerisi olduğu su götürmez bir gerçek... Yenmez.

Ramaria Stricta 


Ormanın mercanlarından Ramaria Stricta zehirli bir tür.

Clavulina cristata


Aydos Ormanı’nda tanıştığım Clavulina cristata ağaç dallarının arasından sızan ışığa doğru enfes bir poz vermiş. Yenebilir ama pek makbul değil.

Humaria Hemisphaerica

Küre biçimindeki tüylü Humaria Hemisphaericayenmeyentürlerden.

Xylaria Hypoxylon

Geyik boynuzu görünümlü siyah-beyaz Xylaria Hypoxylon da yabani bir mantar türü. Tırnak benzeri sert bir yapıya sahip. Yenmez.



2008 sonbaharında Işık Dağı (Kızılcahamam) eteklerinde rastladığım bu kar beyazı yumurta güzelinin türünü henüz tanımlayamadım.

Fomes Fomentarius (Kav Mantarı) 

Bedeni Avusturya-İtalya sınırında bir buzulda donmuş olarak keşfedilen 5,000 yaşındaki ihtiyar “buz adam” Ötzi’nin torbasında da bulunan Fomes Fomentarius (Kav Mantarı) tarih öncesi çağlarda ‘Homo Sapiens’ler tarafından ateş yakmakta kav olarak kullanılıyordu. Yenmez.

Craterellus Cornucopioides (Borazan Mantarı)

Ülkemiz coğrafyasında sonbahar aylarında bol miktarda bulunabilen Craterellus Cornucopioides (Borazan Mantarı)özellikle Avrupa mutfağında çok tercih edilen yenebilen, leziz bir tür. Şeklinden ve siyah renginden dolayı yenebilirliğine inat Ölüm Trompeti olarak da biliniyor.


Fotojenik ‘Mycena’ ailesine ait olduğunu düşündüğüm fakat henüz kesin olarak tanımlayamadığım iki farklı mantar türü.

Amanita Phalloides'in iki farklı evresi: Soldaki yumurtasından yeni çıkmış bir genç, sağdaki ise yetişkin bir birey

Yabanda mantar toplayan herkes tarafından görür görmez mutlaka tanınması gereken öldürücüAmanita Phalloidesmantarı ülkemizde Evcikkıran, Köy Göçüren ve Ölüm Meleği gibi manidar isimlerle biliniyor. Dünya çapında meydana gelen mantar zehirlenmesi nedenli ölümlerin %90’nından bu soluk zeytuni renk şapkalı ‘soğukkanlı seri katil’sorumlu.

Mycena delicatella. Yenmez

Mycena rosea. Zehirli


Mycena arcangeliana. Yenmez






Macrolepiota Procera (Şemsiye Mantarı)

Bizde ‘Şemsiye Mantarı’ olarak bilinen Macrolepiota Procera’nıngenç ve yetişkin hali yan yana. Yenebilir ama lezzetsiz.


Amanita Pantherina


Zehirli bir tür olan panter desenli yakışıklı Amanita Pantherina.

Bir Pholiota türü (flammans olabilir)


Pholiota ailesinden sarı, tüylü bir mantar. Türü muhtemelen flammans. Yenebilirliği konusunda henüz bir ortak görüş yok. Şimdilik yenmezsınıfında.

Hygrocybe conica

Hygrocybe conica’nınfarklı renklerdeki iki değişik hali: Soldaki gökkuşağı renginde, sağdaki ise parlak sarı-turuncu renklerde.Yenmez.

Lycoperdon Perlatum (Osuruk Mantarı, Puf Mantarı)

Lycoperdon Perlatum (Osuruk Mantarı, Puf Mantarı) üzerine basılınca patlar ve bir spor bulutu püskürtür etrafa: Pufffffff!!! Yenebilir ama lezzetsizdir. 


Ormandaki tüm 'Homo Sapiens'lere rağmen;

Ben gideeerim Ormana Hey, Mantara Hey, Ormana Hey, Mantaraaa!!!

Saygılarımla,

Esen K.

Kaynak:Türkiye’nin Mantarları-1, Jilber Barutçiyan, Oğlak Yayınları, 2012

ÖNEMLİ UYARI: Bu blogdaki bilgileri kullanarak mantar toplamayın. Zehirli ve yenebilen mantarları birbirinden ayırt etmek bazen çok zor olduğundan topladığınız mantarlar hakkında bilgi sahibi olmak için mutlaka bir uzmana danışın.









Zeytin Kırmaca

$
0
0

Kırma yeşil zeytin favorim. Eğer iyisi mevcutsa bir kahvaltıda bir küçük kase dolusunu yiyebilirim. Artık iyisini bulmak zor. Marketlerde açıkta satılanlarda illa ki sanayii bir tat, bir koku oluyor, cam kavanozdakiler keza öyle; hiç hoş değil.

Kendi zeytinimi kurmak farz olmuştu, başka da çarem kalmadı. Koca Mustafa Paşa Pazarı’ndan biraz irice olanlarından üç kilo yeşil zeytin aldım. Toplam on lira ödedim. Zeytinler Muğla yöresindenmiş.




Zeytinleri iki kez sudan geçirdim. Tezgahın üzerine kesme tahtasını, onun üzerine de ortamı yumuşatmak için bir mutfak havlusu yerleştirdim. (Zeytinlerin ezilmesini, sularının çıkmasını istemeyiz.) Havlunun üzerinde tokmakla tüm zeytinleri teker teker kırdım. Zor bir iş değil, hatta keyifli. Belli bir darbe gücü ve ritm yakalayınca çabucak hallediliyor.



Kırık zeytinleri iki ayrı kavanoza boşalttım. Musluk suyu ile doldurdum, kapaklarını kapatıp kilere aldım.

Bundan sonrası rutin. Her iki güne bir sularını değiştirdim. Bazen üçüncü güne sarkıttığım olmuştur. Bu hareketi yaklaşık bir ay kadar tekrarladım. Toplamda 13-15 kez gerçekleştirmişimdir maksadı zeytinlerin acı tadını gidermek olan bu işlemi.

Tadını ayarlamak size kalmış; kimisi zeytinin hafif acı tadından hoşlanır, bazıları da hoşlaşmaz bundan. Ben hafif acımsı zeytin lezzetinden yanayım. Doğadan, toprak anadan, zeytin ağacının özünden süzülüp gelen tadı tamamen yok etmemek gerek.

Son su değişimleri sırasında yaptığım bir kaç tadım sonrasında ideal acılıkta bıraktım zeytinleri. Daha sonra yeteri kadar içme suyunu kaya tuzu ve limon tuzu ilavesiyle kaynattım, soğumaya bıraktım.

Lezzetini kontrol ettim, tuzu az geldi biraz daha tuz ekledim ve kavanozları hazırladığım bu ekşi-tuzlu suyla doldurdum. Kavanozların kenarlarına limon dilimleri yerleştirdim. Birisine lezzet farklılığı yaratmak için bir tutam kadar tane kimyon ilave ettim.



Üzerlerine bir parmak geçecek kadar sızma zeytinyağı döktükten sonra kapaklarını kapatıp kilere kaldırdım.
Üç gün sonra zeytinlerim hazırdı. Piyasadaki en pahalı kırma zeytine taş çıkartır benimkiler... Bir ay olmadan yarısını tükettim bile.

Bu işle kaç zaman uğraşmışım bir hesaplayalım: Kırma işlemi bir saat, su değiştirme her biri iki dakikadan toplam 30 dakika, suyunu hazırlama 15 dakika, haydi bir yarım saat de benden, toplam 2 saat 15 dakikacık... Maliyet, ihmal edilebilir işçiliğimin bedelini ihmal edersek 10 liracık! Değmez mi, fazlasıyla değer... Hem pratik, hemi de ekonomik! Keşke daha çok zeytin alsaymışım...





Tuz ve limon tuzu miktarlarını özellikle vermiyorum. Kendi ağız tadınıza göre ayarlayabilirsiniz yalnız zeytinlerin uzun süre dayanmasını istiyorsanız suyuna en az %5 oranında tuz katmanız gerekiyor.


En iyisi eski alışkanlıklara geri dönmek; bu tip kolay kış hazırlıklarını anne-anneanneden kalma klasik metodlarla evde yapmak. Hiç olmazsa ne yediğimizi biliriz...

Afiyet olsun.

Sevgilerimle,

Esen K.



İtalyan Pirinç Pilavı: Shiitakeli Risotto

$
0
0

Anavatanı Doğu Asya olan Shiitake Mantarı (Lentinula edodes) bizim kültür mantarı olarak bildiğimiz Agaricus bisporus’tan sonra Dünya çapında en çok yetiştirilen mantar türü. Japonya ve Çin’de yaklaşık bin yıldır kültür ortamında yetiştirilmekte. Japon Mantarı, Siyah Çin Mantarı, Meşe Mantarı, Siyah Orman Mantarıgibi isimlerle de anılan Shiitake Doğu Asya Mutfağının yıldızlarından.

Shiitake, önemli bir protein kaynağı olmakla birlikte içerdiği ‘lentinan’ maddesi sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirme, kanı sulandırma, kolesterolü düşürme ve cinsel gücü arttırma gibi özelliklere sahip. Ayrıca, fosfor, demir ve kalsiyum bakımından zengin içeriğiyle kemik ve diş gelişimini destekler; ihtiva ettiği B1, B2 ve B12 vitaminleri gelişmeyi düzenlemede, C vitamini ise skorbit tedavisinde önemli rol oynamaktadır. Zamanında Çin İmparatorlarının hayat iksiri olmuş, şifalı bir mantardır Shiitake.



Shiitake Mantarı (Lentinula edodes)




Shiitake, kendine has ayrıcalıklı aromasıyla önemli bir gastronomik değerdir. Pişirirken orijinal rengini ve sakızımsı dokusunu korur. Kolaylıkla kurutulabilir. Kurutulmuş shiitake daha kuvvetli aromalara sahiptir. Suda bekletilerek yeniden canlandırılan kurutulmuş shiitake şaşırtıcı bir biçimde yeniden orijinal rengine, dokusuna ve şekline kavuşur.

Risotto, İtalyan kökenli bir pirinç yemeğidir. Riso, pirinç demek. İtalya’da çok çeşitli türde pirinç üretilir. Risotto yapımında kullanılan küçük carnaroli ve arborio pirinçleri Po Vadisi’nde yetiştirilir. Bu pirinçler büyüklüklerine göre sınıflandırılır: En kısa ve yuvarlağı puding yapımında kullanılan ordinario’dur, sonra sırasıyla çorba ve salatalar için ideal olan semifino, fino ve son olarak risotto yapımında kullanılan superfino gelir. Pişirme sırasında orijinal büyüklüğünün üç katına ulaşan superfino tüm suyunu çektiği için şeklini ve diriliğini koruyup kremamsı bir yumuşaklık kazanır.


Arborio pirinci



Risotto sanılanın ya da bilinen yanlışın aksine lapa değil, kremamsı olur! Risotto yapımında kullanılan sert yapılı özel pirinç türleriyle lapa yapmanın imkanı yok.
    
En billinen İtalyan pilavı 16. Yüzyılda Milano’da yapılmış olan risottodur. Risotto sadece superfino (süper ince) pirinçle yapılır. Her risotto hemen hemen aynı şekilde pişirilse de tatlandırmak için kullanabileceğiniz malzemeler (sebzeler, jambon, mantarlar, deniz ürünleri, kırmızı et, tavuk ciğeri, v.b.) neredeyse sınırsızdır. Pirinç, tereyağı ya da zeytinyağıyla kaplanır, sonra kepçe kepçe et suyu (ya da tavuk suyu, sebze suyu, balık suyu) eklenerek kısık ateşte tüm sıvıyı çekene kadar karıştırılır.

Daha sonra biraz daha sıvı eklenir ve pirinç yumuşayıp kremamsı bir hal alana kadar (yaklaşık 20 dakika) pişirilir. En son yapılması gereken işleme ‘mantecatura’  denir; ateşten indirdikten sonra risottoya iyice kremamsı bir hal alması için bir parça tereyağı ya da birkaç kaşık zeytinyağı ve taze rendelenmiş parmesan peyniri eklenir.  (İtalyan Mutfağı, Capalbo, Whiteman, Wright, Boggiano, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007) 

Shiitakeli Risotto Reçetesi

4 adet arpacık soğanı zar şeklinde doğrayıp pilav tenceresinde üç kaşık zeytinyağında pembeleştiriyoruz. Yenmeyen odunsu yapılı saplarını ayırdıktan sonra ince doğramış olduğumuz 200 gr Shiitake mantarını tencereye ilave edip 2-3 dakika soğanlarla birlikte karıştırarak soteliyoruz.





Bir bardak arborio pirincini tencereye ilave edip pirinçlerin zeytinyağı ile kaplanması için karıştırıyoruz. Tuz ve karabiber ekliyoruz. Sonra ısıtılmış sebze suyundan kepçe kepçe tencereye koyarak karıştırmaya devam ediyoruz. Risottoyu arada bir karıştırarak yaklaşık 20 dakika kısık ateşte pişmeye bırakıyoruz. Toplamda iki bardak sebze suyu eklemiş olmamız gerekiyor.

Son aşamada mantecatura yapıyoruz: Yani tencereye bir parça tereyağı, yarım bardak rendelenmiş parmesan peyniri ve bir tutam ince kıyılmış taze kişniş yaprağı (ya da maydanoz) ekleyip harmanladıktan sonra sıcak sıcak servis ediyoruz.


Shiitakeli Risotto




Sebze suyunun hazırlanması: Bir adet iri soğan, bir tane havuç ve iki adet kereviz sapını kabaca doğrayıp bir kaşık zeytinyağı ilave edilmiş tencerede 3-4 dakika kadar çevirelim. Tencereye 5-6 tane karabiber, iki adet defne yaprağı ve bir çay kaşığı tuz ekleyelim. Bir litre içme suyunu tencereye boşaltalım ve karışımı kaynamaya bırakalım. Kısık ateşte 25-30 dakika kadar tıngırdatalım. İnce bir süzgeçten geçirelim. Sebze suyumuz hazır!

Uzak Doğu’lu Shiitake ile Po Vadisi’nin yerlisi Arborio’nun Anadolu buluşması leziz bir risotto şöleniyle son buldu. Biz bu reçeteyi severek onayladık. Umarım sizler de -varsa eğer- risottoyla ilgili lapamsı önyargılarınızı bir kenara bırakıp bu farklı pirinç yemeğini dener ve beğenirsiniz.


Shiitakeli Risotto ve Izgara Kuzu Pirzola




Bon Appetit!

Esen K.


İtalyan Böreği: Osso Buco soslu, İstiridye ve Kestane Mantarlı Lazanya

$
0
0
İstiridye Mantarı (Pleurotus ostreatus), kültür ortamında yaygın olarak yetiştirilen, pazarlarda ve marketlerde her mevsim bulunabilen, doğada ise yayvan yapraklı ağaçların kütüklerinde sonbahar kış aylarında rastlanan bir mantar türüdür; kavak mantarı, yaprak mantarı olarak da adlandırılır.


İstiridye Mantarı (Pleurotus ostreatus)


Deniz istiridyesine benzediği için bu ismi almış olan istiridye mantarının miski andıran keskin hoş bir kokusu vardır. Yabani olanının lezzeti yetiştirme olanlara nazaran daha kuvvetlidir. Odunsu sapları yenmez. Dondurularak dipfrizde saklamaya veya kurutmaya pek uygun değildir; taze olarak tüketilmelidir. Orta ateşte sotelenerek çabucak pişirilebilir.

Kestane Mantarı, kültür mantarı olarak bilinen ‘Agaricus Bisporus’un açık kahverengi şapkalı bir türüdür. Marketlerde her mevsim satışa sunulur.


Kestane Mantarı (Agaricus bisporus)


Lazanya aslında geçmişte bir pişirme kabının adı iken sonraları domates, et sosu veya beşamel sos ve çeşitli peynirlerle hazırlanan İtalya menşeeli çok katmanlı makarna yemeğinin kendisi bu isimle anılır olmuş ve bildiğimiz bugünkü anlamına kavuşmuş.
  
Osso Buco soslu, İstiridye ve Kestane Mantarlı Lazanya Reçetesi (İki kişilik)





Osso buco ile ilgili ayrıntılı bilgi için Şubat 2012'de yayınlamış olduğum yazıya göz atabilirsiniz:


Önce bir parça Osso buco’yu kabaca doğranmış bir sap kereviz, bir havuç ve bir baş soğan ile birlikte tencereye alıyoruz. İki adet defne yaprağı, 8-10 adet tane karabiber ve üzerini iki parmak geçecek kadar su  ekledikten sonra et yumuşayıp kemiğinden ayrılana dek tıngırdatıyoruz. Suyunu süzüp bir kenara alıyoruz; eti didikleyerek küçük parçalara ayırıyoruz. İşlemin sonunda yaklaşık 1.5 bardak et suyu kalması gerekiyor. Kaynatma sırasında su çok azalacak olursa arada bir sıcak su ilave edebiliriz. Bu işlemi düdüklü tencerede yapmak da mümkün ama aynı lezzete ulaşılamaz. (Sebzeleri ve Osso buco’yu önce az zeytinyağında birkaç dakika çevirirseniz daha lezzetli bir et suyu elde edebilirsiniz.)

İnce doğranmış bir adet pırasayı, 150 gr istiridye ve 150 gr kestane mantarıyla birlikte zeytinyağında tuz ve karabiber ilavesiyle az pişmiş şekilde soteleyip bir kaba alıyoruz.





Jülyen doğranmış bir adet kırmızı biberi ve üç diş sarımsağı çok az zeytinyağında tuz ekleyerek yine az pişmiş vaziyette soteleyip ayrı bir kaba alıyoruz.

Gelelim lazanya katmanlarının hazırlanmasına:




Hazır iki lazanya hamurunu yan yana alacak büyüklükte (takriben 7.5 cm x 8.5 cm) bir fırın kabının altına biraz zeytinyağı gezdirdikten sonra iki adet lazanyayı yerleştiriyoruz. Üzerlerine pırasalı mantar karışımından yayıp dilimlenmiş mozzarella koyduktan sonra ikinci kat lazanya hamurlarını kapatıyoruz. İkinci katın üzerine bu kez didiklenmiş etlerimizden ve sarımsaklı kırmızı biber karışımından yayıyoruz. Aynı şekilde iki kat daha çıktıktan sonra çatıyı ince doğranmış çeri domates, mozzarella ve rendelenmiş parmesanla kaplıyoruz.




Hazırlamış olduğumuz Osso buco suyunu ısıttıktan sonra kaynamış olarak kabın kenarından içine -çatı katının hizasına kadar- boşaltıyoruz. 200 dereceye kurulup ısıtılmış fırında yaklaşık 20 dakika pişiriyoruz.







Epey meşakkatli oldu ama değdi doğrusu.


Bon Appetit!

Esen K.




Çarpan Balıktan Çarpıcı Lezzette bir Çorba

$
0
0

En çok 55 cm boya ulaşabilen Kırmızı İskorpit Balığı (Scorpaena scrofa) genel olarak kırmızı ya da turuncu olsa da rengi değişiklik gösterebilir. Bu tür Akdeniz’in her yerinde, genellikle derin sularda (20 kulaç) yaşar. Kuzey Afrika açıklarında, Atlantik’te Manş Denizi’nden Senegal’e kadar uzanan bir alanda görülür.

İskorpitlerin iri kafaları ve zırhla kaplanmış gibi görünen yanakları vardır. Kafalarında, gözlerinin arasında ve üstünde dağınık kıvrımlar mevcuttur. Sırt yüzgeçleri iri, zehirli dikenlerden oluşur. Daha küçük olan (maks. 25 cm boy) kahverengi iskorpit (Scorpaena porcus), kuzenine oranla daha lezizdir. Karadeniz’de yalnızca S. porcus yani kahverengi olanı bulunur.


İskorpit Balığı



İsimlendirme: Fr.Rascasse rouge, İng. Scorpion fish, İsp. Cabracho, İt. Scorfano rosso, Yun. Skorpena

İskorpitin dikenleri vücuda değdiğinde deride kızarıklık ve şişlik oluşur. Zehirin etkisi birkaç gün sürebilir. Zehirinden dolayı olsa gerek; balıkçılar arasında "çarpan" ya da "sokar" olarak da bilinir.

İskorpit, Akdeniz mutfağında, balık çorbalarında ve benzer yemeklerde (yahni, buğulama, pilaki, v.b.) kullanılır. Küçük türler başka şekilde değerlendirilmez, fakat - üzerine sık sık tereyağı sürülerek - fırında pişirilebilen büyük kırmızı iskorpitlerin ıstakozdan farklı olmayan beyaz eti oldukça lezzetlidir. Yanaklarını yemeği ihmal etmeyin.

Karadeniz’de, özellikle Sinop yöresinde çarpanın tavası meşhurdur; gidip de yerinde tadanlar bilir. Veni, vidi, comedi! Yani ben de bizzat gittim, gördüm, yedim; tadı hakikaten enfesti, lokum gibiydi adeta...

Çorba Tarifi (4 Kişilik)

Birer adet soğan, havuç ve sap kerevizi kabaca doğrayıp derin bir tencerede az zeytinyağında tuz ilavesiyle beş dakika çevirerek soteliyoruz. Tencereye 3-4 diş sarımsak, 8-10 adet tane karabiber, iki defne yaprağı, yarım demet maydanozun sapını ve 1.5 litre kadar su ilave edip kaynamaya bırakıyoruz. Kısık-orta ateşte yaklaşık 10 dakika tıngırdatıyoruz.





İçi temizlenmiş iskorpitleri (yaklaşık 1 kg) sudan geçirip tuzladıktan sonra tencereye ekliyoruz. Tencerenin kapağını kapatıp kısık ateşte 15 dakika pişmeye bırakıyoruz. Bu arada suyun üzerine çıkan köpükleri bir kaşık yardımıyla alıyoruz.

Balıkları delikli bir kepçe ile ayrı bir kaba aktarıyoruz. Balık suyunu ince bir süzgeçten geçiriyoruz. Balıklar ılıyınca etlerini didikleyip ayırıyoruz. Bu işlemi yaparken ince kılçıklara dikkat!

Çorba tenceresini ocağa alıp içinde iki kaşık zeytinyağını kızdırıyoruz. İnce doğranmış 4-5 adet arpacık soğanını, yarım sap kerevizi ve yarım havucu ekleyip 4-5 dakika çeviriyoruz. Balık suyunu ilave edip kaynamaya bırakıyoruz. Küçük doğranmış bir adet orta boy patatesi ekleyip sebzeler yumuşayana dek pişiriyoruz. Didiklenmiş balık etlerini çorbaya ilave ediyoruz.

Son aşamada çorbanın terbiyesi için bir-iki adet yumurtanın sarısı ile bir tane limonun suyunu iyice çırparak tencereye ekleyip karıştırıyoruz. Tuzunu, karabiberini ayarlayıp ince kıyılmış bir avuç taze maydanozu (kişniş veya dereotu da olabilir) da ilave ettikten sonra gazı kesiyoruz. İşlem tamam!





Not: Bu tarifte iskorpit yerine fenerbalığı, sangri, dülgerbalığı ya da kırlangıç kullanılabilir.


Afiyet olsun!

Sevgi ve Saygılarımla,

Esen K.

Kaynaklar:

Balık Yemekleri (Fish & Shellfish); Pepita Aris, Marlena Spieler, Kate Whiteman; Türkiye İş Bankası Yayınları; 2008

Akdeniz Balık Yemekleri (Mediterranean Seafood); Alan Davidson; Dost Kitabevi Yayınları; Aralık 2000



Ege'li Kallavi Kalamar

$
0
0

Sadece okyanusların derin diplerinde var olduğunu ve ancak sualtı belgesellerinde görebileceğimi sandığım dev boyutlarda bir kalamara (Loligo vulgaris) rastladım büyük bir marketin deniz ürünleri reyonunda ve hemen cep telefonumla fotoğrafladım sizlerle paylaşmak için.

Bizim canavar Ege’de avlanmış. Boyu yaklaşık 60-70 cm civarında, ağırlığı 8.5 kg. Peki ne yapılır bunla derseniz: Baş ve kol kısmına ahtapot muamelesi çekilebilir, gövdesi ise halkalara bölünüp salonda ailecek hula hoop çevrilir derim ben de...



Ege'li Kallavi Kalamar


Bir zamanlar efsanevi yaratıklar olduğu sanılan dev kalamar derin okyanuslarda yaşayıp, çok büyük boyutlara ulaşabilen “Architeuthidae” familyasına ait deniz yumuşakçalarıdır. Erkek kalamarların boyu 19 metreye ulaşabilirken, dişiler için bu oran 10 metreye kadar çıkmaktadır. 25 metre uzunluğa ulaşan örnekler olduğunu öne sürenler olsa dahi, bu tip bir varsayımı destekleyecek herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Ölçülen en yüksek ağırlık dişilerde 275 kg, erkeklerde ise 150 kg kadardır. Dünya üzerindeki en büyük gözlerden birine sahip olan dev kalamarın bir gözünün çapı 30 cm’yi bulmaktadır. Beslenirken avını yakalamak için kullandığı kollarının üzerinde yüzlerce vantuz bulunur. Avını hem bu vantuzların emici kuvveti hem de bu vantuzların etrafına dizili küçük dişler sayesinde yakalayarak ağzına doğru çeker.  (Wikipedia)

Yaklaşık 4 metre büyüklüğünde bir Dev Kalamar


Sevgilerimle,

Esen K.



Çağla Bademli ve Kuzu Etli Enfes bir Bahar Menüsü

$
0
0

Geçenlerde yakınımızda bulunan bir Antep sofrasında çağla aşının tadına baktık; çok hoşumuza gitti, ben de birkaç gün sonra evde bu yemeğin denemesini yaptım.

Yemeği hazırlarken herhangi bir tariften yararlanmadım, damak zevkime güvenerek ve Antep sofrasında yaptığım gözleme dayanarak bir çıkarımda bulundum. Antep mutfağı konusunda hassasiyeti olan çevrelerden itirazlar gelebilir; bu nedenle ben kendi tarifime Çağla Bademli ve Kuzu Etli Yoğurt Çorbası demeyi tercih ediyorum.

Çağla Bademli ve Kuzu Etli Yoğurt Çorbası Tarifi (4 kişilik)

Yaklaşık 400 gr çağla bademi yıkadıktan ve bıçakla ikiye ayırıp çekirdeklerini çıkardıktan sonra küçük bir tencerede üzerini geçecek kadar su ile dişe gelir kıvamda yumuşayana dek haşlamaya bıraktım. Çağla bademlerin içlerinin kararmasını önlemek için haşlama suyuna yarım limonun suyunu ekledim.

Yarım kg (ya da dört parça) kuzu gerdanını eti yumuşayana ve kemikten ayrılana dek haşladıktan sonra delikli kepçeyle ayrı bir kaba alıp soğumaya bıraktım. Etleri kemiğinden ayırıp didikledim.

İki bardak süzme yoğurdu bir yumurta ve iki kaşık un ile bir çorba tenceresine aldım. Az su ilavesiyle iyice karıştırdım. Ocağa koyup, orta ateşte kaynayana kadar karıştırdım. Tencereye azar azar sırasıyla çağlanın haşlama suyundan ve et suyundan ekleyerek karıştırmaya devam ettim. Kaynamaya yakın çağla bademleri ve didiklenmiş gerdan etini ekledim. Tuzunu karabiberini ayarladım. Bol kuru nane, biraz kırmızı pul biber ve iki kaşık tereyağı ilave ettikten sonra sürekli karıştırarak pişirmeye devam ettim. Bir taşım kaynatıp gazı kestim. (Bu çorbaya ince kıyılmış dereotu da yakışır.)





Kemikli Kuzu Sırt Filetoyla Ankara Tava Tarifi (4 Kişilik)

Menümüzün ana yemeği için parçalara ayrılmış 1kg kuzu sırtını haşladım. Haşlama suyunu kullanarak İki bardak pirinçle tereyağlı, karabiberli, safranlı ve nohutlu bir pilav hazırladım.

Pilavı bir müddet dinlendirdikten sonra bir fırın kabının içine yaydım. Kuzu etlerini pilavın üzerine yerleştirip yaklaşık 10 dakika - etlerin üzeri kızarana dek- 200 derecede fırınladım.

Fırınlama esnasında pilavın üzerine bir kaç adet yeşil biber ve ikiye bölünmüş domates de koyabilirsiniz.
Bu yemek meşhur Ankara Tava’nın naçizane bir yorumu oldu sanırım.

Şimdi çağla bademin ve süt kuzunun tam zamanı... Bu fırsat kaçmaz a dostlar: Haydin çağla için semt pazarına, süt kuzusu için mahalle kasabına!




Afiyet çağla kuzu badem olsun!

Esen K.










Viewing all 48 articles
Browse latest View live